Bayram günü karakolu çıldırtan şanslı muhabir.. Şenol Gezer’den 80’li yıllara ait nefis gazetecilik anıları

Şenol Gezer - Bayram günü karakolu çıldırtan şanslı muhabir.. Şenol Gezer’den 80’li yıllara ait nefis gazetecilik anıları..

BAYRAM GÜNÜ, KARAKOLU ÇILDIRTAN ŞANSLI MUHABİR

ÇOCUKLUK, gençlik ve yaşlılık…
Başıyla sonu aynı!
Masumluk ve gülen bir yüz…
Bence, yaşlanmak kötü bir değişim değil!
Hayatın muhasebesinin bir öncesi…
Gençlik yıllarında farklı bir Şenol Gezer vardı…
Kötünün kötüsüyle tanışmamış…
Yokluğu dert etmeyen ve hep olumlu düşünen, genç bir gazeteci.
1984’te iş adresim Bahçelievler, İncirli’ydi…
Son Havadis’in şehir haberleri muhabiriydim…
İstanbul’la yeni tanışmış, gördüğü her şeyi ilginç bulan bir muhabirdim…
Her ilginçliği çeker, haber yapardım…

Kaçak çay satışı, 102 yaşında
bisiklet kullanan dede, E5’te fuhuş pazarlığı, tombalacılar, cadde ortasına çekilen koltukta sohbet eden komşular, yakacak toplayanlar, sokakta tansiyon ölçenler, garaja dönüştürülmüş telefon kulübeleri, E-5’te tırıs tırıs yol alan atlar, icat ürünler, esnafla tavla oynayan zabıtalar, ressamlar ve yolda pantolon deneyen vatandaşlar…

Çeşit çeşit…
Ne ararsan var!
Ertesi gün, haberlerim boy boy yayınlanırdı…
Bütün Yazı İşleri kadrosu başıma toplanır, “Şu haberi nasıl buldun?.. Bir anlat” derlerdi…
Anlatırdım…
Hepsi katıla katıla gülerdi…
Anlam veremezdim…
Son Havadis’in kadrosunda kimler yoktu ki?!.
Genel Yayın Yönetmeni Bülent Kavuk, Yurt Haberler Müdürü Fevzi Koçak, Magazin Müdürü Tunç Kemal, İstihbarat Şefi Erol Taş, Polis Muhabiri rahmetli Baki Avcı, Editör rahmetli Ersan Çelik ve Yazı İşlerinin temiz kalpli bilgeleri…
Elbette patronumuz Mustafa Özkan ve oğlu Timur Özkan’ı atlamayacağım…
Yazmamaya Benim gücüm yetmez!
Mustafa Özkan, evsiz muhabirine üst kattaki dinlenme odasını terk edecek kadar mert bir patrondu
Aradan yıllar geçti…
Özkan, halen daha çalışanlarının peşinde…
Haber aldığı her acıya, tatlıya koşuyor…
Dört kollunun altına giriyor…

***

Evet, dönelim konuya…
Gülmelere anlam veremiyordum…
Uzun yıllar sonra anladım!..
Benim gördüğümü göremiyorlardı…
Şehri kanıksamışlardı!

***

İstanbul’u bilmiyordum…
İstihbarat Şefim Erol Taş, karşısına oturtur, detaylıca anlatırdı…
-Şu otobüse bin, şurda in, şuraya geç, trene atla, şu durakta in… Yetmez, bir de harita çizerdi…
İnanın, bir kez bile kaybolmadım…
İşim biter bitmez, aynı rotayla, gazeteye dönerdim…

***

Tarih: 29 Ağustos 1985…
Günlerden perşembe…
Kurban Bayramı’nı idrak ediyoruz…
Geceyi gazetede geçirdim…
Telsiz başında sabahladım…
Akraba ziyareti için Avcılar’a gideceğim…
Hemen İncirli Durağı’na yöneldim…
Otobüs beklerken önümden “tek tip giyimli”, 2 kişi geçti… Saçları kazınmış, üstlerinde ise pijama var…
Asker gibi yürüyorlar…
Gören kaçıyor…
Bir kısmı da umursamıyor…
Gazeteci; meraklıdır…
Düştüm peşlerine…
Bir anda arka yola girdik…
Belli ki ikisi de deli…
Düzeltiyorum; akıl sağlığı bozuk 2 kişi…
Ağustos, güneş kavuruyor…
Anam ağladı…
Ara ara fotoğraflarını da çektim…
Merter’e varınca dayanamadım sordum: Nereye gidiyorsunuz?

Kısa ve öz cevap verdiler…
-Üsküdar’a…
Bilmiyorum ya, “Yakın mı?” dedim…
Ellerini kaldırıp, “Şurası” dediler…
Zaten yürüyeceğimiz kadar yürümüştük…
Daha ne kadar uzakta olabilir ki?!.
Ara yoldayız…
Kimse yok!
Gören de kaçıyor…
Üstelik ne cep telefonu var, ne de Erol Ağabey…

***

Bir türlü Üsküdar’a ulaşamadık…
En güzeli sormak…
Sordum ama cevapları aynı …
-Uzak… Caddeye çıkmanız gerek… Önce Topkapı’ya gideceksiniz… Ya da Eminönü’ne…

Hiç biri de Avrupa’dan Asya’ya geçmem gerektiğini söylemedi…
Eminönü’nün devamına “Vapura bineceksin” eklentisi yapılsa, vaziyete uyanacağım!
Tozkoparan’ı geçer geçmez kayış koptu!..
Yüksek sesle, “Durun” dedim..
Durdular.
Şans bu ya, yan yolda müşteri indiren bir minibüs gördüm…
El kaldırdım, bekledi..
Her tarafında Orhan Gencebay’ın, Ferdi Tayfur’un posteri var…
Teybin sesi, sonuna kadar açık…
Şarkı, tam bizlik…
-Batsın bu dünya…
Şoför, “Acele et” dedi…
Kadromu göstererek, “İki kişi daha var” dedim…
Yüzlerine baktı, “Alamam” dedi…
Şalterim atmış, “Gazeteciyim, şikayet ederim” diye karşılık verdim…
Sessiz kaldı…
Zor bela bindik!
Son durak Topkapı…
Şoförün gözü hem yolda, hem de bizde…

Başladı muhabbet…

ŞOFÖR: Sen bunları nerede buldun?
Ş.G: İncirli’de…
ŞOFÖR: Nereye gideceklermiş?
Ş.G: Üsküdar’a…
ŞOFÖR: Hem de yayan, öyle mi?
Ş.G: Evet.. Yol uzun galiba… Yorulunca el kaldırdım.
ŞOFÖR: Onlar deli, sen akıllı mısın? Büyük bir ihtimalle Bakırköy’den kaçmışlardır. Uğraşacağına bir karakola teslim et.
Ş.G: Yakında bir karakol var mı?
ŞOFÖR: Var… Merkez Efendi Karakolu… Yaklaşınca söylerim, inersiniz.
Ş.G: Sağol.

***

Merkez Efendi’nin önünde indik…
Bilen bilir, karakol tepede…
Ulaşmak için bir dünya merdiven çıkıyorsun…
Zor bela çıktık…
Nöbetçi polise kendimi tanıttım…
Önce dinledi, sonra güldü…
Ardından, “İçeride komiser var. Git anlat” dedi…
Dediğini yaptım…
Soluğu komiser yardımcısının odasında aldım…
Komiserimiz tatil gününe uygun oturuyor!..
Yayılmış…
Elimdeki fotoğraf makinesini görünce toparlandı…
Kendimi tanıttım, oturmamı istedi…
Memleketimi sordu…
“Erzurum” dedim.

O da Karslıymış…
Hemen dost olduk!..

Muhabbet bitince teşekkür etti, yapacaklarını anlattı: Sen insanlık vazifeni yapmışsın. Gerisi bize ait. Türk Polisi gereğini yapar. Sen haberine bizim karakolu da ekle… Merak etme karınlarını doyururuz.

Karakolun kapısına varınca bir fotoğraf daha çektim…
Nöbetçi polis ve kafadarlar…

***

Haber haberdir…
Topkapı biraz ileride…
Önce Topkapı’ya gideceğim, sonra da Avcılar’a…
Merdivenleri iner inmez ara bir sokağa daldım…
Ortalık karışık…
Anadol marka bir otomobil, minibüsle çarpışmış!..
Kaza küçük, münakaşa büyük…
Durur muyum?..
Olanı biteni, film gibi çektim…
Baktım kan akacak, araya girip akıl verdim…
-Yapmayın, karakol şurası…
Kimin haklı olduğuna polis karar versin…
Merdivenleri bir kez daha tırmandım…
Deli arkadaşlar, ekmek arası döner yiyor…
Durumları iyi..
Nöbetçiye vaziyeti anlattım ve yeni kadroyu tanıttım…
Yine güldü…
“Git komisere anlat” dedi…

***

Odaya ikinci kez daldım…
Hemşehrim Beni görür görmez toparlandı…
“Daha gitmedin mi?” dedi…
İster istemez bir özet daha geçtim…
Artık gülümsemiyordu…

Üstüne basa basa, “Gardaş, günlerden perşembe. Mübarek gün… Üstelik Kurban Bayramı… Sen gelene kadar efendi efendi oturuyorduk. Önce delileri getirdin, sonra da bunları. Pazarımızı yedin!” dedi…

Haklı ama yapacak bir şey yok.

Bir kez daha vedalaştık…
Bırakmadı!..
Nöbetçiye talimat verdi: Bizim minibüsü çağırın… Gazeteciyi Topkapı’ya bıraksın… Bizim sınırın dışına çıkartın…

***

Bitmedi…
Minibüs, Beni Topkapı’daki
Otogar’a bıraktı…
Sonradan öğrendi, sınırı
geçmemişim…
Şoförlük yapan bekçi, erinmiş…
Beş dakika sonra ortalık
karıştı…
Önce bir kadın çığlığı, ardından
tekme, tokat, yumruk…
Çığlık atan Emine Karaca adlı
bir kadın…
İddiasına göre, yerde yatan
Mahmut Ö. elle sarkıntılık
etmiş…
Ortalık bayram yeri!
Bir süre sonra, devlet geldi…
Polisi gören kayboldu!..
Durumu anlattım…
Teşekkür ettiler…
Sorumlu polis, “Muhabir Bey, bu adamı kim dövdü?” diye sordu…
Şöyle bir göz gezdirdim ama kimse yok.
Tüymüşler…
Otomatikman şahit oldum…
Polis, Topkapı Otogarı’nda görevliymiş…
İfadeyi, mıntıkanın bağlı bulunduğu karakol alacakmış…
Mecburen, kabul ettim…
Sormadım, “Karakolun adı ne?” diye…
Ancak, siyah-beyaz renkli araç yanaşınca jeton düştü!..
Minibüsü ve şoförü hemen tanıdım.
Rota aynıydı…
Merkez Efendi Karakolu…

***

Yine aynı nöbetçi…
Söze girmeden gülmeye başladı…
Hemen yeni kadroyu tanıttım…
Sarkıntılık kurbanı kadın ve sapıklıkla suçlanan şüpheli… Anlamışsınızdır!
Bir kez daha odayı gösterdi… Girdim…
Komiser yardımcısı, tanıdığına bin pişman olmuştu.
Minibüsü kullanan bekçiyi sert bir tonla fırçaladı!
Haklı, sınırın dışına çıkarmamış…
Yirmi dakika sonra, sınırın dışındaydım…
Aksaray’da.

***

Biraz oyalandıktan sonra Avcılar’a giden otobüse bindim…
Otobüs, Topkapı’ya yaklaşınca trafik kilit oldu…
Alkol komasına giren Lübnanlı kadın turist Zehra Ubeydi, asfalta yığılmış…
Öncesinde araçların önüne atlamış…
Bol bol fotoğraf çektim…
Beş-10 dakika sonra ekip otosu
geldi…
Ellerinden ve ayaklarından tutarak otomobile bindirdiler…

Koyun gibi!
Onu da çektim.
Elbette hastaneye götürecekler…
Görevli polise, “Sonucunu nasıl öğrenebilirim” dedim… Duymak istemediğim bir cevap verdi…
-Burası Merkez Efendi’ye bağlı.
Gitmedim elbette.

***

Aşağı-yukarı her günüm böyleydi…
Dört özel haberden üçü, “İki kafadar akıl hastası bayramda macera yaşadı”, “Lübnanlı turist alkol komasında” ve “Elle sarkıntılık ettiği kadın hayatını kurtardı” başlıkları altında 30 Ağustos 1985’de yayımlandı…
Zafer Bayramı’nda…

***

Sokak muhabirliği zevkliydi…
Aynı yıl Ekim ayında yine bir komediye imza attım…
O yıllarda AİDS patlamış…
Fuhuş ise zirvede…
Merkezi noktalar Taksim ve Aksaray…
İstihbarat Şefi Erol Taş, ayaküstü fuhuş pazarlığını fotoğraflamamızı istedi…
Görev arkadaşım Polis Muhabiri Baki Avcı’ydı…
Dolmuşa binip Aksaray’da indik…
Yollarımız Aksaray Sahil Yolu’nda ayrıldı…
Rahmetli Baki Ağabey, “Şenol, bir görüşmem var. Sen hallet ve Taksim’e gel” dedi…
“Tamam” dedim…
Biraz ileride pazarlık vardı…
Hava karanlık, mecburen flaş kullanacağım…
Yaklaşıp çektim…
Yer yerinden oynadı…
Ben önde, hayat kadını arkada…
Tazı gibi koşuyor…
Kovalamaca Çakıl Gazinosu’na kadar sürdü…
Pes etmedi…
Üstelik arayı da kapatıyordu…
Şans bu ya, önüme siyah-beyaz renkli, mavi tepe lambalı polis minibüsü çıktı…
Koskoca minibüste bir tek şoför var…
Trafiğin durmasını fırsat bilip içine atladım…
Ama ne dalma !
Atlar atmaz, ayağım kaydı…
Koltuklara kapaklandım…
Sivil polis boğazını parçalıyor…
-Binme de binme.
Geç kalmıştı…
İçinde 60’a yakın lahmacun ve ayranın bulunduğu tepsiye girmiştim?
Hayat kadını da peşim sıra, ekip otosuna daldı…

Ayaklarımız vıcık vıcık tepsi de…
Son durak Aksaray Karakolu…
Elimde fotoğraf makinesi var…
Gazeteci olduğum her halimden belli…
Şoför vaziyeti nöbetçiye anlattı…
Nöbetçi, “Arkadaş, karakol lahmacunları bekliyordu. Sen gir, komisere izah et” dedi…
Odaya girip kendimi tanıttım…

KOMİSER: Buyur kardeşim… Ş.G: Gazeteciyim…
KOMİSER: Hayrola…
Ş.G: Haber yapmaya geldim… KOMİSER: Haberi sonra yaparsın… Lahmacun söylemiştik… Kokusu geldi! Sen de ye…
Ş.G: Evet, o kokuyu Ben getirdim… Ayaklarımın altı lahmacun!
Söz aralığında olanı biteni anlattım…
Konuşma kaldığı yerden devam etti…
KOMİSER:Sen gazetecisin… İyi para alıyorsundur… Ismarlarsın olur biter.
Ş.G: O kadar param yok…

Son sözümü duyan komiser, hayat kadınının odaya getirilmesini emretti…
Kadın geldi…
Ayakları lahmacun, pantolonu ayran…
Kulak verelim…

KOMİSER:Kızım lahmacunları mahvetmişsin… Gazeteciye saldırılır mı? Bedelini ödemen lazım…
H.K: Öderim ama param yok. Daha yeni işe çıkmıştım. Bu saatten sonra da kimse yanıma yaklaşmaz. Temizlenmem lazım.

Bu son sözün ardından komiser çıldırdı…
Altta kalır mıyım?!..
Dedim ki; Komiserim, bu araba lahmacun arabası mı? Ben can korkusuyla bindim. Yarın İl Emniyet Müdürüne söyleyeceğim…
Ortalık buz kesti…
Tavır değişti…
Eyvallah edip karakoldan ayrıldım.

***

Haber ve perde arkası, ertesi gün, Son Havadis’in sayfalarını süsledi.

Şenol Gezer

Şenol Gezer – Bayram günü karakolu çıldırtan şanslı muhabir.. Şenol Gezer’den 80’li yıllara ait nefis gazetecilik anıları..
Şenol Gezer – Bayram günü karakolu çıldırtan şanslı muhabir.. Şenol Gezer’den 80’li yıllara ait nefis gazetecilik anıları..
Şenol Gezer – Bayram günü karakolu çıldırtan şanslı muhabir.. Şenol Gezer’den 80’li yıllara ait nefis gazetecilik anıları..
Bayram günü karakolu çıldırtan şanslı muhabir.. Şenol Gezer’den 80’li yıllara ait nefis gazetecilik anıları.. Şenol Gezer –