“Romantik Devrimci” Nazım Hikmet.. Bu yazıda şairin hayatına giren kadınların bir kısmının hikayesini de öğrenmiş olacaksınız..

Piraye ve Nazım Hikmet

Mavi gözlü dev

Ona ‘’Mavi gözlü dev’’ diyorlardı.
‘Güzel Yüzlü Şair’ diyenler de vardı.
Şiirleri ve yazıları nedeni ile yasaklıydı, yaşamı boyunca yasaklarla boğuştu.
Ama o yasaklı yıllarında bile ne şiirden, ne de yazılarından vazgeçti.
Orhan Selim adını kullanarak inadına yazdı.
Hatta “İt Ürür Kervan Yürür’’ kitabını Orhan Selim imzasıyla yayınladı.
Şiirde serbest nazımın ilk uygulayıcısı idi.
Hece ölçüsünü bırakarak, Türkiye’de serbest nazımın ilk uygulayıcısı ve çağdaş Türk şiirinin en önemli şairi oldu.
Şiirlerine vokal bir sesleniş getirdi.
20. yüzyılın ilk yarısında bu seslenişle dünyanın en büyük şairleri arasında yer aldı.
O dönemdeki birçok şairden farklı gösterilecek kadar dorukta idi.
“Romantik Devrimci” olarak da tanınıyordu.
Antiemperyalist, yurtsever bir şair olarak tüm dünyanın tanıdığı bir sanatçıydı.
Şiirleri 50’den fazla dile çevrildi.
Yunanistan’dan Şili’ye, ABD’den Japonya’ya kadar eserleri birçok ödül aldı.
Memleket hasretiyle hayata gözlerini yumdu.

1925 yılından başlayarak hakkında 11 ayrı dava açılan, bu yüzden en verimli ve en genç yaşında demir parmaklıklar ile tanışan, Menderes hükümeti döneminde Türk vatandaşlığından çıkarılan, sonraki yıllarını gittiği Moskova’da vatan hasreti ile geçiren, büyük şair Nazım Hikmet Ran’dan söz ediyoruz. Bugün onun 117’nci doğum günü.

Doğum günün kutlu olsun Nazım Hikmet Ran

Atatürk’ün ölüm tarihi olan 1938’de de cezaevine giren Nazım Hikmet’in şiirleri, ölümünden iki yıl sonra ancak 1965 yılında, yasaklı olduğu Türkiye’ye girebildi.
Ama mezarı, Moskova’da kaldı.
Nazım Hikmet’in birçok şiiri şarkılara beste oldu.
Şiirleri Fuat Saka, Volkan Konak, Grup Yorum, Zülfü Livaneli gibi sanatçılar tarafından bestelendi. Şiirlerinden birçoğu Ünal Büyükgönenç tarafından özgün bir şekilde yorumlandı.
Bir bölümü de 1979’da ‘Güzel Günler Göreceğiz’ ismiyle kaset olarak çıktı.
Şiirleri Yeni Türkü Grubu’nun eski üyesi Selim Atakan ve Cem Karaca tarafından ‘’Çok yorgunum’’ adıyla notalara döküldü.
Bir aşk şairi olarak da ünlenen, yaşadığı aşklarla dikkat çeken Nazım Hikmet’in doğum gününü kutlarken, onu daha yakından tanımak gerekiyor:

Nazım Hikmet, 15 Ocak 1902’de Selanik’te Ayşe Celile Hanım ve Hikmet Bey’in oğlu olarak dünyaya geldi.
Babası, Matbuat Umum Müdürlüğü ve Hamburg Konsolosluğu yapmış olan Hikmet Beydi.
Annesi Ayşe Celile Hanım ise, piyano çalan, iyi bir ressam, Fransızca bilen bir kadındı. Nazım’ın sanata dönük genetiği, annesine çekmişti.
Selanik’in son valisi olan baba Hikmet Bey, Nazım henüz çocukken memuriyetten ayrıldı.
Aile, Halep’teki dedesinin yanına yerleşti.
Yeni işler arayışındaki Hikmet Bey arzularını gerçekleştiremedi ve İstanbul’a dönmek zorunda kaldı. Buradaki iş kurma çalışmaları da sonuçlanmayınca, Fransızca bildiğinden çaresiz eski işi Hariciye’ye döndü.

Okul çağındaki Nazım Hikmet, ilkokul eğitimini sürdürürken şiirle tanıştı.
3 Temmuz 1913’te henüz 11 yaşında iken, “Feryad-ı Vatan” adını verdiği ilk şiirini yazdı.
Aynı yıl Mekteb-i Sultani’de ortaokula başladı. İlk yazdığı şiiri Feryad-ı Vatan şöyle idi:

Sisli bir sabahtı henüz
Etrafı bürümüştü bir duman
Uzaktan geldi bir ses ahhh aman aman
Sen bu feryad-ı vatanı dinle işit
Dinle de vicdanına öyle hükmet
Vatanın parçalanmış bağrı
Bekliyor senden ümit.

Bir gün aile meclisi toplanmıştı.
Bahriye Nazırı Cemal Paşa da oradaydı.
Nazım, denizciler için yazdığı kahramanlık şiirini okuyunca, ona Bahriye Mektebi’nin kapıları açıldı.
25 Eylül 1915’te Heybeliada Bahriye Mektebi’ne kaydoldu.
Pek çalışmazdı; ama zeki bir öğrenciydi.
Ahlaki tavırları iyiydi, Öğretmenleri tarafından sevilirdi.
1918’de 26 kişi arasında sekizinci sıradan bahriye subayı olarak mezun oldu.
Mezuniyetten sonra, dönemin okul gemisi Hamidiye’ye, güverte stajyer subayı olarak atandı.
Ancak askerlik disiplini sınırlarını aşan tavırları nedeni ile ordudan ihraç edildi.
1920’de arkadaşı Vâlâ Nureddin ile Milli Mücadeleye katılmak için Anadolu’da idi.
Bu durumdan ailesinin haberi yoktu.
Nazım, bir süre Bolu’da öğretmenlik yaptı ve daha sonra yüksek öğrenimi için Batum üzerinden Moskova’ya gitti.
Burada Doğu Emekçileri Komünist Üniversitesi’nde Siyasal Bilimler ve İktisat okuyarak yüksek öğrenimini tamamladı.

Nazım Hikmet, Moskova’ya yükseköğrenimi için gelmişti ama, ilk aşkı karşılaştığı Nüzhet hanım ile yaşadı.
Yıl 1921 idi ve devrimin ilk yılları yaşanıyordu.
Bu süreçte Komünizm ile resmen tanıştı.
Bundan sonra bu nokta merkez olarak, hayat çemberini çizecekti.
1924’te ilk şiir kitabı, Moskova’da yayımlandı.
Aynı zamanda sahneye de aktarıldı.
Vatan hasretine dayanamadı ve Türkiye’ye dönme kararı aldı.
İlk askı Nüzhet hanım, birlikte dönüş yolculuğuna razı olmadı.
Türkiye’ye Nüzhet’siz dönüşünde Aydınlık Dergisi’nde çalışmaya başladı.
Dergide yayımlanan şiir ve yazıları nedeni ile hakkında açılan ilk davada 15 yıl hapsi istenince, tekrar Moskova’ya döndü.
Bu arada büyük aşkı Nüzhet’in bir profesörle evlendiğini görmek, onu yüreğini derinden yaraladı.
Ancak o yürek, aşklara açıktı. METLA Tiyatrosu’nda Ludmilla Yurçenko ile tanıştı.
Onu Lena diye çağırıyordu. Bir süre sonra evlendiler.
1928’de Af Kanunu’ndan yararlandığı müjdesini aldı.
Ne var ki Lena için vize alınamadı.
Böylece Nazım Hikmet bu ayrılığı, artık şiirlerinde dile getirecekti..

Türkiye’ye dönüşünde, artık şiirlerinde bir başka kadın, bir başka aşkı vardı.
Piraye, evlenip boşanmış, 2 çocuklu yalnız bir kadındı.
Nazım Piraye ile 1930’da tanıştı.
Delice bir sevdaydı aralarındaki; tarifsiz bir tutkuydu.
Onu, kalbinin kızıl saçlı bacısı olarak tarif ediyordu.
Bir de Mehmet adını verdikleri çocukları oldu.
Ancak Nazım Hikmet 13 yıllık evlilikleri sürecinde İstanbul, Ankara, Bursa cezaevlerinde kalacak, 24 yaşındaki güzeller güzeli Piraye de, Nazım’ın bu süreçte tek ziyaretçisi olacaktı.
Kim bilir, belki de Nazım’a onca şiiri yazdıran da, bu aşkın ayrılık hasreti ile yaşanışıydı.

Hapishane yaşamının bir gününde Piraye’nin dayısının kızı Münevver‘in ziyareti, Nazım Hikmet’i, yeni bir aşk fırtınasına savurdu.
Münevver de evliydi.
Bu ziyaretle aralarında bir kıvılcım oluştu.
Ziyaretler sıklıkla tekrarlanır oldu.
Ötesi yok, Nazım sırılsıklam âşıktı.
1948’de bir af bekleniyordu.
Nazım, Münevver’in kocasından boşanmasını istedi.
Af ile birlikte yeni bir hayata başlamayı teklif etti.
Piraye’ye de bir mektup yazıp, her şeyi olduğu gibi açıkça anlattı.
Piraye, her zamanki gibi kocasından gelen aşk mektuplarından biri sanarak zarfı açtı.
Ancak okudukları karşısında yıkıldı.
Yine de hiç ses çıkarmadan Nazım’ın boşanma isteğini kabul etti.
Ancak işler Nazım’ın planladığı gibi gitmedi.
Beklenen af gerçekleşmemişti.
Münevver ise böyle bir riske girmek istemedi ve kocasına döndü.
Nazım da Piraye’yi kaybettiğiyle kaldı.
Ondan af dilemek için bir mektup yazmıştı ama, Piraye için artık her şey bitmişti.
Uzunca mektubun bir kısmı şöyleydi:

“Pirayem, Kızıl saçlı bacım benim,
Seni arkadan bıçakladım.
Bir damlası benim damarlarımdaki bütün kana bedel kanınla boyandı ellerim.
Yeryüzündeki hiçbir insan, hiçbir insana benim sana yaptığım kötülüğü yapmamıştır.
Bütün bunlara rağmen gel.
Sana ”Gel” diyecek kadar yüzsüz ve alçaksam, ne halt edeyim öyleyim işte. Fakat gel.
Oğlumuz Mehmet’in başı için gel ve ben kalan ömrümde ona layık bir baba olmak fırsatını kazanabileyim.
Senin yüzüne nasıl bakabileceğimi bilemiyorum.
Seninle karşılaştığım anda ayaklarının dibine yıkılacağım belki. Belki de sadece bayrağını kendi eliyle düşmana teslim etmiş bir hainin cesaretiyle yüzüne bakmaya çalışacağım.
Belki de tek kelime söylemeden, gözlerimi iskarpinlerine dikip oturacağım. Fakat gel.
Hayatım yalnız kendime ait olsaydı, gebermeyi çoktan tercih ederdim’’.

Nazım Hikmet’in 1948 yılında beklediği af, 1950 yılında çıktı.
Özgürlüğüne kavuştuktan sonra askere alınacağı ve öldürüleceği endişesi ile 1950 yılında Stalin yönetimindeki Sovyetler Birliği’ne tekrar giden Nazım, 25 Temmuz 1951 tarihinde Bakanlar Kurulunca Türkiye vatandaşlığından çıkarıldı.
Bunun üzerine büyük dedesi Mahmut Celaleddin Paşa’nın (Konstantin Borzecki) memleketi olan Polonya’nın vatandaşlığına geçerek, Borzecki soyadını aldı.
3 Haziran 1963 tarihinde geçirdiği bir kalp krizi sonucu Moskova’da hayata gözlerini yumdu.
5 Ocak 2009 tarihli Bakanlar Kurulu kararı ile de, Nazım Hikmet’e geç de olsa Türkiye vatandaşlığı iade edildi.

Nazım Hikmet’in doğum gününü şiirleri ile kutlayalım:

HOŞ GELDİN KADINIM

Hoş geldin kadınım benim hoş geldin
Yorulmuşsundur;
Nasıl etsem de yıkasam ayacıklarını
Ne gül suyum ne gümüş leğenim var,
Susamışsındır;
Buzlu şerbetim yok ki ikram edeyim
Acıkmışsındır;
Beyaz ketenli örtülü sofralar kuramam
Memleket gibi yoksuldur odam.
Hoş geldin kadınım benim hoş geldin
Ayağını bastın odama
Kırk yıllık beton, çayır çimen şimdi
Güldün,
Güller açıldı penceremin demirlerinde
Ağladın,
Avuçlarıma döküldü inciler
Gönlüm gibi zengin
Hürriyet gibi aydınlık oldu odam…
Hoş geldin kadınım benim hoş geldin.

O MAVİ GÖZLÜ BİR DEVDİ

O mavi gözlü bir devdi.
Minnacık bir kadın sevdi.
Kadının hayali minnacık bir evdi,
Bahçesinde ebruliii
Hanımeli açan bir ev.
Bir dev gibi seviyordu dev
Ve elleri öyle büyük işler için
Hazırlanmıştı ki devin,
Yapamazdı yapısını,
Çalamazdı kapısını
Bahçesinde ebruliiii
Hanımeli açan evin.
O mavi gözlü bir devdi.
Minnacık bir kadın sevdi.
Mini minnacıktı kadın.
Rahata açıktı kadın
Yoruldu devin büyük yolunda.
Ve elveda! deyip mavi gözlü deve,
Girdi zengin bir cücenin kolunda
Bahçesinde ebruliiii
Hanımeli açan eve.
Şimdi anlıyor ki mavi gözlü dev,
Dev gibi sevgilere mezar bile olamaz:
Bahçesinde ebruliiiii
Hanımeli açan ev..
*****

NOT: 
Kolayca okunabilen bir şiirin, kolayca yazıldığını mı sanıyorsunuz?.. O zaman şiir okumayın.

Cemil Özyıldırım