Orhan Can’ı yazarım da Burak Ersemiz’i yazmam mı? Yazayım! Yaşar Gürsoy yazdı, içinde ne bilgiler var bir bilseniz

Orhan Can’ı yazarım da Burak Ersemiz’i yazmam mı?
Yazayım! (Bu aralar nostalji esintilerinde bir ruha sahip; efil esmeye çalışanım…)
Burak Ersemiz. Ölümü teslim edeceğim adam.

Önce Ali Kırca’nın annesi vefat etmişti.
Bakımevinde kalırdı. Ben ve Burak ATV Haber’de çalışırdık. Yıl, (yanılmıyorsam) 2003 gibiydi. Mezar işleriyle Burak ilgilendi. İkimiz gidip gerekenleri yapıp “anneyi” defin ettik…

Burak, gazetecilik yaşamında, adım gibi eminim, en fazla ölü görmüş biridir.
Bir düşünün ve yaşayabileceğinizi farz edip, kaldırabileceğinizi hissedin?!

Günaydın Gazetesi’nde çalışıyorum. Yıl, (yanılmıyorsam) 1991. Polis Ümraniye’deki bir hücre eve baskın yapacak. Ama baskından önce hücre evde bir patlama yaşandı. Olay yerine polisten önce giden Burak Ersemiz idi.
Keşke gitmeseydi.

Gitti. Hücre eve girdi, duvarda beyin parçalarının yanı sıra bir bağlama vardı. Öylece duruyordu. Burak o bağlamaya baktı. Sonra moleküllere ayrılmış cesede…
Siz hiç eskiden tanıdığınız bir kadının o halini görmüş müsünüzdür? Ya da görmek ister miydiniz?

Burak gördü.

Peki, hiç hayatınızda şaramplen parçalarının evinizin duvarlarını un ufak ettiğine tanıklık ettiniz mi?

Burak gördü.

Peki, radikal dinci örgütlerin dünyaca ünlü bir bankanın (HCBC) şehrin orta yerinde patlattığı merkez binasının darmadağın olmuş, çalışanlarının paramparça olduğu o binanın içine girip bir ambulans görevlisi gibi ceset taşıdınız ve etrafa yayılan paralara hiçbir biçimde dokunmamayı yaşadınız mı?

Ya da İsrail’de, Kosova’da, acımasızca katledilen insanların cesetleri üzerinde gezinmek?..
Berbat değil mi?!

Peki, meslek hayatı boyunca her deprem bölgesinde gezinmek?
Adım attığı her yerde bir annenin, bir babanın, bir minik bedenin üzerinde yüreğine takoz bastırıp yaşamak nasıl bir şeydir bilir misiniz?!

Ya da bir öğrenci boykotunun arasına dalıp yarenlik etmek..

Gazetecilik böyle bir meslektir.
Az önce yazdıklarımı yaşayan insan evladına, Burak Ersemiz denir…

Burak’ı 1987 yılında tanıdım.
Hürriyet Gazetesi’nde çalışıyordum. Yaşım 19 idi. O’nun yaşı 18. Çok yakışıklıydı piç kurusu. Mavi gözlü, sarı saçlı, uzun boylu; bir nevi Nazım Hikmet…

Bas bariton sesi vardı. Zaman zaman, arya yapardı.
Hürriyet Gazetesi’nde işe başladığında yaşımızın yakın oluşu nedeniyle ilk tanıştığı olmuştum.
Bulvar Gazetesi’nden gelmişti. O da benim gibi sonradan değil, doğumundan itibaren gazeteci olmaya karar verendi…

Dedim ya; yıl 1987 idi.

Sonra büyüdük. Büyüdüğümüzü hiç bilemedik.
Ben Günaydın’da, O Hürriyet ve Gazete Gazetesi’nde serpildik. Sonra Burak Serpil adındaki bir kıza aşık olacak, ateş gibi bir evlada sahip olacaktı… (İlk eşi Funda da candır, gerçek gazetecidir)

Kronos bizi ATV Haber’de Nişantaşı’ndaki bir binada, 2002 yılında buluşturdu yıllar sonra.
İyi insanların yanı sıra, tuhaf insanlar da vardı ATV’de…

Ülke bir yıl önce devalüasyondan sıyrılıp, ayakta kalmaya çalışıyordu. Bitiktim. İş, aş, aşkı kaybetmiştim…

Murat Birsel diye babadan zengin bir haber spikeri vardı. Sevmezdim, çoğumuz sevmezdik.
Şimdiki City’s’in karşısındaki Zara’da idi ATV. Geniş bir salonda idik. Haber sunuluyordu. Murat Birsel denilen kifayetsiz habere pas attıktan sonra dönüp hiddetle bağırmış; “sessiz olun, dikkatim dağılıyor!” diyerek elindeki kalemi üzerimize atmıştı. (Allahtan Burak yoktu)

Kalem masama geldi, aldım bekledim, tam diğer haberi sunarken; yayın sırasında üzerine attım.
Haberin bandı girdi, arkasına dönüp, “kim attı bu kalemi?!” diye sordu hiddetle.

Yanıt verdim:

“Ben!” ama o ben aslında ben değildim. Naif oldum. Birkaç yıl önceki ben olsaydım, ya da dediğim gibi Burak Ersemiz o an orada olsaydı büyük olasılık bir gün sonraki yayında ATV Haber spikerinin yerinde bir başkası olurdu. (Velhasıl; o arkadaş(!) o günden sonra sektörde yer bulamadı)
Araya bir anı aldım; özür 
Konumuz; Burak Ersemiz.
Bir gün kendisine, “Ölürsem beni mezara sen indir!” dedim. O da cümlemin tekrarını bana iletti: “Sen de beni…”

Babası dehşet bir adamdı. Öğretirdi. Beni severdi. Bukowksy gibi biriydi. Susar, bedeni ve yüz ifadeleriyle konuşurdu. Son gördüğümde Burak mutfaktayken, “Elveda evlat, birbirinize sahip çıkın, bu adam iyi bir adam…” dedi. Ve sonra, “Yukarda görüşürüz…” diye ekledi.
Canı acıyor ama Burak’a, evladına hissettirmemeye çabalıyordu. “Soydur çeker, boktur kokar!” derler. Burak babasının testislerinden birebir düşmüş biriydi. İkisini de çok sevdiğim bundandı…
Zaman sessiz bir testere gibiydi. Kiminle, nerede, ne zaman karşılaşacağın, kimin onurlu, kimin yüzsüz bir bit yavrusu olduğu bilinmezdi. Ama bir gerçek vardı. İyiler bir gün mutlaka yine bir yerlerde mutlaka buluşurdu. Öyle de oldu.

Burak, Ali Kırca ile Show Haber’e gitti. Yapayalnız kalmıştım.
Ben kaldım. ATV Haber Genel Yayın Yönetmeni yapıldım.
Ali Kırca ile gidenler arasında üzüldüğüm birkaç arkadaşımdan biri olmuştu Burak. Ama gitmeden önce adam olduğunu kanıtlamıştı. O ve ben sendikacı çocuğu 40 yıl sonra medya sektöründe sendikayı getirmiş ve 151 basın çalışanını sendikalı yapmıştık.
Bilenler bilir! Medya dünyasında sendikalı olmak, dehşet bir durumdur. Ama başarmıştık.
Ozan Pezek, Burak Ersemiz, naçizane ben başarmıştık..

Ozan ve Burak gittiği için piç gibi ortada kalmıştım.
“Olsun!” dedim. “Yola devam!..”
Öyle de yaptım. Bilenler bilir, sendika ile işveren arasında köprü olup birçok arkadaşıma yüzde 60 ile yüzde 100 arasında iyileştirme zammı yaptırdım. (Şimdilerde bunun kıymetini bilenle bilmeyenler arayıp sorar hatırımı)

Sonra, ben kovuldum. Fuat Uğur denilen, eski solcu, oportünist birini getirdiler ATV haberin
başına.(Detaylar kitapta) Mehmet Barlas bile şaşırmıştı o dönem. Ben ,İsviçre, Mehmet Barlas Venedik’te aldık bu zat-ı muhteremin ATV haberin getirilişini. Kovuldunuz!..
Medyada zat-ı muhteremler(!) bitmezdi…

Burak ile yıllar sonra 2010 gibi bir kez daha aynı çatı altında buluştuk. (Bu arada annesi öldü, birlikte gömdük. (Adnan Menderes’in uçağı Londra’da düştüğünde uçağın pilotunun eşidir rahmetli…)
O, Habertük Gazetesi’nde editör, ben ise SHOW TV Haber Koordinatörüydüm. Başımda, ileride ünlü bir kadın sanatçı(!) ile evlilik yapacak, denyonun biri vardı. Soyadı çelik gibi dursa da, bildiğin salaş urgan bile değildi…

Kendisini adam ettim. Sonra Burak geldi, o zevzek, Burak’ın kim olduğunu bilmeden, “Kovalım!” gitsin, bakışlarını beğenmedim !” dedi.( Lafa bakınız! “Kovalım gitsin!”)

“Olmaz! Dedim. Beni kov, ama Burak’ı tut… (O lafı söyleyen şapşal şu aralar boşta gezip savsak yaşıyor.( Ahdım var, ilk gördüğüm yerde sol gözünü mora boyayacağım!)

Var olsunlar şirketin sahipleri isteğimi yerine getirip o sarsağın isteğini kabul etmedi. Burak, maddi ve manevi anlamda en azından epey bir süre mutlu oldu…
Tamam! Çok uzattım. Kesiyorum.
Burak Ersemiz, yüreği pırıl-pırıl, Nisan ve Ateş adında iki evlada sahip, bebekliğinden bu yana gerçek gazetecilik yapmış, ama şuan sandviç satan, bu işi yaparken de asla gocunmayan bir manyaktır.
Not: Burak o yaptığın sandviçler var ya 
Birilerinin…. (kursağında kalsın!”
Anladın sen dediğimi 
CANSIN, CANIMSIN!
Sözüm söz! Kalp ameliyatımda yanımdaydın, ölümüme de beklerim.
Sözün var  Lütfen…

Ateş, adı gibi!
Nisan, Mayıs’ı beklemez…

Seni seviyorum kardeşim, var ol.
Hazırlıklarını yap, önce ben gideceğim 

Yaşar Gürsoy 
19 Eylül 2018
Çanakkale