ABD’li CARGİL mısır şekeri satsın diye Şeker Fabrikaları satıldı. O fabrikaları kuran köylü Nuri Şeker bu. Nuri Şeker ve Atatürk’ün konuşması da bu

İşte ABD’li CARGİL mısır şekeri satsın diye satılan ŞEKER FABRİKALARINI kuran bu köylü Nuri Şeker…
Nuri Şeker’in kısa öyküsü…

Kaynak kişi: Aydın Baylan – Facebook

Nuri Şeker, (d. 1857, Uşak-ö. 1958, Uşak) Uşak Şeker Fabrikası kurucularından. Uşak’a yedi km uzaklıkta bulunan Kalfa köyünde doğmuştur. Medrese tahsilini Uşak`ta bitirdikten sonra köyünde çiftçiliğe dönmüştür. Susam bitkisinden yağ üretimi konusunda çalışmıştır. Bir müddet sonra şeker pancarı yetiştirme denemelerinde başarılı olunca 1923 yılında Mehmet Hacım öncülüğünde kurulan Uşak Terakki Ziraat Türk Anonim Şirketine, Mehmet Hacım’ın bizzat daveti ile kâtip üye olarak katılmıştır. Uşak Şeker Fabrikası kuruluş çalışmaları için, şirket idare heyeti tarafında Ankara’da işleri takip etmekle görevlendirilmiştir. Uşak Şeker Fabrikası’nın 1926 yılında işletmeye açılmasından sonra bir süre kâtip olarak şirkette çalışmıştır. Fabrikanın 1930 yılında Sanayi Maden Bankası’na devredilmesi üzerine köyüne dönerek çiftçiliğe devam etmiştir.

Nuri Şeker’in Özgeçmişi ( Molla Ömer Oğlu )

                                      (  MOLLA   ÖMER   OĞLU )
NURİ  ŞEKER ‘ in   ÖZGEÇMİŞİ
Molla Ömer Oğulları, Kırım’dan Erzurum’a, oradan da Bursa Kınık’a, oradan da Kütahya’ya, oradan da Uşak İlçesine yerleşerek göç serüvenlerini tamamlamışlardır. Uşak’ta Aybey Mahallesinde ( Eski Uşak Yangınında Yanan ) evleri varmış. Yaptıkları mesleklerin çeçitli oluşu nedeniyle de bir kanadının Köye yerleşmesi gerektiği için Uşak’ın merkez Köylerinden Muharremşah Köyündede bir ayakları varmış.
Geçen zaman içerisinde Kalfa Köyünde satılan büyük bir çiftliği satın alarak Köy yerleşimini Kalfa Köyünde noktalamışlar. Bundan sonraki hayatları Uşak ile Kalfa Köyü arasında devam etmşiştir. Ailenin uğraştığı işlerden bahsederek Ailenin yapısını daha detaylı tanıyalım.- Çirftçilik
– Rençberlik
– Büyük ve Küçük baş hayvan yetiştiriliciği
– Bahçevanlık
– Helvacılık
– Haşhaş yağcılığı ( ayni zamanda Yiğit Başılığı )
– Kalaycılık
– Kırım’dan at getirerek at satıcılığı ( At Cambazlığo )
– Halıcılık ( Ayni zamanda Yerli Rum ortaklarıyla Halı İhracatı )
– Halıların iplerinin boyamasında kullanılan Kök boya bitkisinin yetiştiriciliğiGibi aklınıza gelebilecek her işi yapan bir aile topluluğu imişler. Bunun dedeme faydası bu çeşitli işlerden kendine bir pay çıkararak daha yeni neler yapabileceği düşüncesine sahip olma şansı olmuş. Çocukluğunda çok hareketli ve çok pratik zekaya sahip biri olarak tanınmış ve öyle büyümüş. Fiziki yapı olarakta çok sağlam ( Mübalağa olarak kabul etmeyin İnsan Üstü bir yapıya sahipmiş ) bir bünyesi varmış.
Gençliğindeki yaşanan bir kaç olayı sizlerle paylaşırsam belki bunu daha iyi değerlendirebilirsiniz. 15 – 16 yaşlarında babası ile pazar alışverişine gitmişler. 1800 lü yılların son çeyrağinde, O zamanda çamaşırlar kazanlarda kaynatılıp tokaçlarla çamaşır taşında dövülerek yıkanırmış. Bunun içinde çamaşır sabununları pazarlarda tezgahlarda, Takunya bunlar kuru sabun diye satılırmış ve genellikle de 5 şer 10 nar okkalık torbalarda satılırmış. Babası Molla Zade Mustafa bey bir sabun tezgahına yanaşıp sabunların kurumu diyerek sormuş. Satıcı Mustafendi takunya bunlar diyerek iki kalıp sabunu alıp elinde birbirine vurarak nasıl kuru ses çıkarıyor demiş. Dedem de o sabun kalıbını ben tek elimde sıkarak ezerim neresi kuru bu sabunun diye lafa karışmış. Sabuncu Mustafendi senin delikenlı kendine çok güveniyor bir kalıp sabunu tek elle ezsin ona iki torba sabunu meccanen vereceğim diyerek sabunlarının kuruluğunu meth etmiş. Dedem peki ver ozaman en kuru dediğin sabunu da ben tek elimle onu ezeyim demiş. Sabuncu sabun kalıplarından seçerek kendince en kuru olan sabunu dedeme uzatmış, dedemde tek eliyle sabun kalıbını sıkarak sabu-nun ezilen parçalarını parmak aralarında çıkartarak işte senin kuru sabunun ne kadar yaşmış gör demiş.Sa-buncu iki torba sabunu dedeme verirken, babası Mustafendi oğlum birini al yeter diyerek sabuncunun mağduriyetinin azalmasını sağlamış.18 – 19  yaşlarında, askerliğini beklediği sıralarda iş yerlerinin önünden geçerken, ” Kalaycılık yaptık-larını belirtmiştim ” Kalaycı dükkanına ithal olarak su güğümü şeklindek gelen kalay kütlesini personel içeri alamadıkları için hamalın gelmesini beklerlerken, Dedemi görmüşler. Mustafendi senin oğlan bu kalay güğümün içeri tek başına alırsa ona bir okka helva benden demiş. Dedem yanlarına gelip selam vermiş ve orada ona Nuri bu Kalayı kaldır sana bir okka helva demişler. Dedem kütlenin ağırlığını bimediği için ne var ben onu tek elle bile kaldırırım diyerek Kalay kütlesini tek elle kaldırmış ve nereye konacak bu demiş ve içeriye yerine koymuş. Helva vereceğini söyleyen amca helva bir değil iki okka olsun bu Nuriye helal olsun demiş ve gülüşmüşler. Dedem de neye bu kadar mesele ediyorsunuz bu kalay kaç okka diye sorduğunda şaşırmış, Çünkü kalay  118 okka imiş, ( BU da tahmini  158 kilo civarında bir ağırlık ediyor )Buna benzer o kadar serüveni varki anlatmakla bitmez. İşte böyle yetişen gözünü budaktan bile sakınmayan, Yapılması gereken işlerin üzerine giden, o işleri çok çabuk ve hasarsız yapan bir özelliğe sahipmiş. Bazen sorarlarmış sen hiç yorulmaz işten kaçmazmısın diye, Dedem de cevaben, yorulmak ne demek ben onu tanımadımder ve işten niye kaçayım iş benden kaçsın diye cevap verirmiş. Tüm bunları biz torunlarına yaz günleri Kalfa Köyünde çiftliğinde, kış günleri de Uşak’ta evinde Yanan sobanın etrafında anlatrak bizlerin hayata bakışımızın daima iyimser olmasına ve karamsarlığa düşmememize yardımcı olurdu.

Dedemlerin Kırım kökenli oluşu onların atlara olan ilgisinin çok olduğunun bir göstergesiimiş. Dedem bizlere At alacak ve onunla beraber yaşayacaksanız, Satın alırken atın önüne geçerek ön iki ayak arasındaki boşluğa dikkat edin oraya yumruğunuz girmeli derdi. Nedenini soruncada o atlar istediğiniz kadar uzaklara gidin ve atı koşturun at yorulmaz ve çatlamaz derdi. Ön iki ayak arası dar olan atlarda iyidir ama fazla sıkıştırmaya gelemezler, sizi yarı yolda bırakır derdi. Ailenin mesleğinin çok oluşu ve tabanının çiftçiliğe dayanması nedeniyle, Çiftçilikle uğraşırken yapılan işten daha fazla verim alınabilmesinin yollarını araştırdığını söylemiştik. 1800 lü yılların ikinci yarısında Anadolunun çorak topraklarını Köylüler kara sabanla sürürek ekim yaparlarmış. Bu şimdiki düşünce ile kara sabanın çok iptidai bir uygulama olduğu tartışılmaz. Onun için bu güne kadar geçen evrede nasıl bazı yöntem değişiklikleri olmuştur bunları ziraatcilerimiz tarihsel olarak incelerler.

Dedein buradaki yaptığı değişikliğin ne olduğunu anlatmak istiyorum. Osmanlının son zamanlarında Pancar ziraatına başlayıp denemeler yaparken toprağın sürülmasi aşamasında Kara Sabana göre toprağın daha derinden sürülmesi gereğini düşünerek Kara Saban yerine Demir Pulluk kullanmaya başlamış. Bu de-mir pullukların toprağa girek ( Kulak Tabir edilen ) uçlarının yapılmasında da O tarihlerin Demirci Ustası Tille lakaplı demirci ile karşılıklı tartışarak yaptırmıştır. Geçen zamanlarda gerekli değişiklik yapılarak Pancar Ziraatında Genel Kullanılması için de Pancar Kooperatifince demirbaşına kaydedilip Çiftcilerine satılan N -1 ve  N – 2  Pullukları aslında demircinin dedemin adını vererek kodladığı  Nuri – 1 ve  Nuri – 2  pulluklarıymış. Bu pullukların Patentinin Pancar koperatifince istenmesine Dedem ne patenti alın sizin olsun diyerek cevap vermiş. Bu anlattığımın doğruluğu şayet Pancar Kooperatifinin MÖalzeme kodlarında Pulluk olarak N . 1 ve  N . 2 kodlu pulluklar var ise bunun hikayeside budur.

Rahmetli dedem bir işi yaptığında ben bunu yaptım benim dünyalığım için yeter deyecek bir insan değilmiş. Bunu da kanaatkar değil doyumsuz bir insanmış gibi algılamak çok yanlış olur. Onun amacı İnsan-ların daima toplum için çalışmaları geregine olan inancındandır. Bir işi başardıktan sonra başka bir iş yapma-larına  lüzum yoktur felsefesi değildir. Her yapılan işin sonrasında o işle ilgili araştırmalar neticesi o işin daha çabuk daha ucuza ve daha kalitelisinin nasıl yapılabileceğinin araştırılmasının gereğine olan inancın-dandır. ( Bizlerin şimdiki teknoılojik şartlar altında yapılması için devamlı ısrar ettiğimiz ( AR – GE ) çalışması-nı Dedem o zamanlar inanarak ve ısrarla yaparak bu gelişmeleri sağlamıştır.
Benim anlayamadığım ve çok üzerinde durduğum bir konu varki, bu gün bile bu konu beni düşündürmekte ve istemesem de beni karamsarlığa itmektedir. Rahmetli Dedem gençliğinden ölümüne kadar daima yeni uygulamalar yaparak yaşamış ama onun yanında yetişen Çocukları başta olmak üzere çev-resinde olanlar Dedemin işi nasıl yaptığını görmelerine rağmen, sonrasında  kendileri bahçe ve tarlalarında onun uyguladığı sistemi, uygulama zahmetinde bulunmamışlardır. Eski alışkanlıklarına aynen devam etmişlerdir. Benim çocukluğumda yani 1950 li yılların başında Dedem köyde Seracılık yaparak Domates, Patlıcan ve Biber fidelerini, Uşak’taki diger bahçevanlardan çok önce yetiştirir ve mahsulü tuıfanda pazarda satardı. Köye ziyarete gelen arkadaşları onun neler yaptığına bakarlar fakat gittiklerinde bahçelerinde bunu uygulamaya koymazlardı. O devirde her bahçevanın bahçesinde Keson kuyuları vardı ve bunlarla bahçelerindeki mahsulü sularlardı. Ancak dedem Hayvanların Çarkı çevirerek kuyudan çıkardıkları suyun önüne iki Ahar yapıp ( Depo ) suyu birinden diğerine aktararak ikinci aharada hayvan damındaki hayvanların gübrelerini atıp karıştırarak şerbetli su dediği tabii gübre ile mahsullerini sular ve diğer bahçevanların ürünlarinden hem çok hemde daha lezzetli ürün elde ederek onları pazarlardı. Ama gene komşu ve ziyarete gelen bahçevan arkadaşları gördükleri bu modern uygulamayı kendilerinin bahçesinde yapmazlardı. İşte ben konuyu çözemediğim gibi Toplumdaki insanların yapılan ve gözle görünen bu yeniliği görüp uygulama-dıklarına hayret ediyorum.

Kaynak: http://www.mehmetseker.com.tr/nuri-seker-ozgecimisi