Eskiden Yunan adalarına neden gitmezdik? Meriç Köyatası yazdı

ESKİDEN YUNAN ADALARINA NEDEN GİTMEZDİK?

Geçen gün Sevgili Sıtkı Şükürer Facebook’ta, 2000’li yıllara kadar neden Yunan adalarına gezmeye gitmediğimizi sormuş. Sakız başlığı ile aşağıdaki yazıyı yazmıştı. Ben de o yazının altına, çok da detaya girmeden, eski anılarımdan kalma bir yorum yaptım. Sıtkı Şükürer de, cevap olarak,
“Sevgili Meriç bu güzel yazın, benim yazımın altında katkı olarak kalmasın. Lütfen müstakil olarak paylaşabilir misin. Sevgiler”
diye talepte bulunca, tamam dedim.
Önce Sıtkı Şükürer’in SAKIZ başlıklı yazısı, sonra da biri iki cümle eklemeyle benim yaptığım yorum…

SAKIZ
Yaz geldi.
Yunan Adaları pek bir revaçta.
Sakız, Midilli, Kos… hemen burnumuzun dibinde.
Yukarıda vurgulanan cümlelerden hareketle, bizim kuşaklar, neden acaba, mesela Sakız’a gidebilmek için 2000’li yılları bekledik.
Bugün katamaran teknelerle 20 dakikalık mesafe niçin hiç gündemimize bile gelmezdi.
Neden, ne konuşur ne de merak ederdik.
Hani kuyunun dibinde yaşayanlar gökyüzünü kuyunun ağızdan gördükleri kadar zannederlermiş.
Biz nasıl bir “biçimlenme” içindeymişiz.
Biz nasıl hemen herşeye standart tepkiler veren, doğrusunu yanlışını bilmeyen, düşünmeyen nesillere dönüştürülmüşüz.
Tamam, nankörlük yok.
Cumhuriyetin “bin artı”sını biliyoruz.
Ama bunlar da bir “realite”.

DETAYA GİRMEDEN İR DENİZCİ OLARAK BENİM YORUMUM…

Sevgili Sıtkı Şükürer…
Ciddi bir düşmanlık vardı…
Özellikle Adalar’da Türklere karşı.
İki tarafın da hükümetleri iki halkın yakınlaşmasına fırsat vermiyordu ama özellikle Yunan Hükümeti adalarda Türk pek istemiyordu.
Karşılıklı çalışan feribot seferlerini vaz geçtim.
Ben 1987’den beri yelkenli tekne ile dolaşırım.
Her sene acaba bir fırsat olur da uğrar mıyım diye Yunanistan İstanbul Başkonsolosluğuna vize için başvururdum. (O zaman schengen yok, doğrudan Yunanistan Vizesi…) Çok zor vize verirlerdi.
Hele gazetecilere hiç vermezlerdi.
Ben de vize alırken gazeteci olduğumu beyan etmez, halı satıcısı olduğumu söylerdim.
Bir halı mağazasından orada çalıştığıma dair yazı alırdım.
Gittiğimizde de düşman gelmiş gibi davranırlardı.
Bir keresinde 5 tekne Simi adasına gitmiştik. Üç tekne Amerikan bayraklı Türklere ait tekne, iki tekne de (biri benim) Türk bayraklı idik.
Türk bayraklı teknelerin içine postallarını çıkarmadan girip didik didik etmişlerdi. Karşılıklı küfürleştik.
Aradan zaman geçti. 1999 yılı eylül ayı idi.
Büyük Marmara depreminin hemen ertesinde Teknemi Marmaris’ten İstanbul’a doğru çıkarırken, bir kaç gün Çeşme’de kalmıştım.
Deprem sonrası Yunan halkının gönderdiği sıcak mesajlar da gazete haberlerinde sık sık yer alıyordu.
Çekinerek de olsa Sakız’a girdim.
Pasaport polisi de, gümrük polisi de ve özellikle de liman başkanlığı, çok candan karşıladı.
Liman başkanlığı, limanda bağlama ücreti bile almayacağını söyledi.
Esnaf da çok yakındı. Lokantada çok makul fiyata yemek yemiştik.
Kalkarken de bir şişe 70’lik Uzo hediye etmişlerdi.
Sakız’dan Midilli’ye geçtiğimde liman başkanlığı, bir Alman teknesinin yerini değiştirerek beni limanın en güzel yerine bağlamıştı.
Alman tekne sahibi ise “Ben AB vatandaşıyım, o ise bir Türk, yaptığınız işe bakın” diye söyleniyordu.
1999 Büyük Marmara depremi, iki ülke halkının yakınlaşmasında çok etkili oldu.
Bu esnada her iki ülke Dışişleri Bakanları İsmail Cem ile Papandreu da, devletlerarası ilişkide yakınlaşmayı sağladılar. Vizeler kolaylaştı, karşılıklı gidiş gelişler arttı.
Özellikle iki taraf esnafı bu ilişkilerin gelişmesi için ayrı bir çaba sarf ediyor.
Başka birçok neden olabilir ama ben yelkenli teknesi ile eskiden beri dolaşan biri olarak Marmara Depremi sonrasını, iki ülke ilişkileri bakımından, önemli bir kilometre taşı olarak görürüm.
Diğer taraftan şunu da söylemeden edemeyeceğim. 5 yıldır İzmir’de yaşıyorum.
Son üç yıldır Yunanistan İzmir Başkonsolosu hanımefendi, biz tekne sahiplerine düşmanca ve/veya bizi enayi yerine koyup davrandığı için ben ve birçok arkadaşım, bu sene Yunan adalarına gitmeme kararı aldık.
İstanbullu yelkenciler, en yenisi bir yıl, eskileri 2 yıl 3 yıl vize alırken, pasaportlarında iki yıl üç yıl vizesi olanlar, İzmir’de yenilemeye gittiklerinde en fazla 6 ay alıyorlar.
Acaba Yunanlı Ada esnafı da, Alaçatı, Çeşme esnafı gibi mi oldular diye şaka yapmaya başladım.
İstanbullular gelsin, İzmirliler gelmesin…
Ya da Yunanistan İzmir Başkonsolosu, ya turizm ve ekonomiden anlamıyor ya da eskinin nefreti ile beslenen bir şahıs..

DETAYA GİRİLECEKSE OLASI BAŞLIKLAR…

Benim cevap bu kadardı.
Tabii, bu arada tarihsel olarak hem Anadolu topraklarında hem de Yunan Anakarasında binlerce yıl önceden başlayan düşmanlıklar, savaşlar, Osmanlı’nın Yunanistan topraklarını kendisine bağlaması (polemik yaratmak istemediğim için buna işgal ya da fetih sıfatlarını kullanmadım. Sadece bağlaması diyorum.
(Konu ayrı bir tartışma konusu olsun.)
Emperyalist güçlerin oyununa gelen Yunanlıların 16 Mayıs’ta İzmir’i işgali ve İstiklal Savaşı, bu savaş sonrası bizzat Mustafa Kemal Atatürk ve Yunanistan Başbakanı Venezielos arasında başlayan dostluk ve Venezielos’un Mustafa Kemal Atatürk’ü Nobel Barış Ödülü’ne aday göstermesi, Atatürk’ün ölümünden sonra bölgede barış istemeyen emperyalist güçlerin, Türkiye ve Yunanistan arasında soğuk savaş rüzgarları estirmesi, emperyalizmin etkisi altında kaldığından kuşku duymadığım iki ülke derin devlet kadrolarının, iki halk arasında yakınlaşmayı engellemesi gibi sayfalarca, hatta kitaplarla yazı konusu olacak detayların başlıklarına girmemiştim.
Sadece bu başlıkların da var olduğunu hatırlatarak, Sıtkı Şükürer’in “Neden Yunan adalarına daha önce gitmedik” sorusunu bu düşünceler eşliğinde paylaşıyorum.
İki kıyının, müzikleri, mutfağı, kültürü konusunda da yazacak, anlatılacak çok şey var.
Mesela müzikte 9/4 ritm…
Öylesine ortak ve öylesine sadece bu topraklara özgü ki…
Bu ritm, sadece Batı Anadolu ile Yunanistan’da var.
Henüz tam olarak bilmiyoruz ama bu 9/4, belki de, binlerce yıl önceden, Lir çalan Apollon ile flüt çalan Frigyalı Marsiyastan beri var…
Bunları da rakı, uzo, şarap, kalamar, karides, ahtapot ve balık eşliğinde tartışmak ayrı bir keyif verir…

Meriç Köyatası

Karşıyaka Paok’u yendikten sonra kadim taraftarlar eve dönüyor.. Meriç Köyatası- Vecdi Fırtına
Karşıyaka Fatih Çekirge, Meriç Köyatası, Orhan Can

Meriç Köyatası – Orhan Can
Meriç Köyatası