DEVRİM’İN SÖNMEK BİLMEZ ATEŞİ..!

DEVRİM’İN SÖNMEK BİLMEZ ATEŞİ..!
——————————————————

Mutlaka daha önce duymuşsunuzdur, ama yine bir 7 Eylül geliyor, hatırlatayım dedim…

1934 yılı, Haziran ayı…
Ankara, önemli bir konuğu ağırlamaya hazırlanıyor.

İran Şahı Rıza Pehlevi gelecek ve Atatürk devrimlerini inceleyecek…

Atatürk, yakın arkadaşlarını Çankaya Köşkü’nde topluyor ve “Şah için nasıl bir program yapalım?” diye soruyor…

Kimi Orman Çiftliği’ne götürmeyi öneriyor, kimi “Merinos’u gezdirelim” diyor.

Beğenmiyor bu önerileri Atatürk…

“Bütün bunlar İran’da da var. Onlarda olmayan bir şey yapmalı, farkımızı ortaya koymalıyız” diyor.

Aklında bir fikir olduğu besbelli. Sofradakiler merakla bekleşirken kararını açıklıyor:

“Opera yapacağız!”

İşte ilk Türk operası Özsoy’un doğuş sahnesi bu…

Atatürk operanın konusunu da kendisi belirliyor ve İranlıların Şeyhnamesi’nden esinlenmiş bir destan planlıyor.

Öykü, Hakan Feridun’un ikiz oğulları Tur ile Irac üzerine kurulu…

İkizler doğduğunda şeytanın gazabı onları birbirinden ayırıyor. Ayrı yollara gidip birbirlerinden uzaklaşıyorlar.

Ama yüzyıllar sonra buluşup kardeş olduklarını anlıyorlar.

Tıpkı “ayrı yollara giden ikizler” Türkiye ve İran gibi…

Bu konuyu işlemesi için Münir Hayri Egeli’ye veriyorlar. Libretto’yu Egeli yazıyor.

Sonra besteci arayışına girişiliyor ve Adnan Saygun akıllarına geliyor.

Saygun, devlet bursuyla gönderildiği Paris’ten yeni dönmüş, Musiki Muallim Mektebi’nde hocalık yapıyor. Henüz 27 yaşında…

Libretto’yu okutuyorlar kendisine ve “Şah geliyor, bundan bir opera yazacaksın” diyorlar.

Seviniyor Saygun. Daha önce hiç operası yok Türkiye’nin…

Soruyor: “Solist var mı?”

“Yok!”

“Koro var mı?”

“Yok!”

“Orkestra var mı?”

“Yok!”

“Ne kadar vaktimiz var?”

“Bir ay!”

Mucizevi bir öyküdür bu…

1 ayda, 27 yaşındaki o adam, hem de Riyaset-i Cumhur Orkestrası Şefi’nin engelleme çabalarına rağmen solistleri buluyor, orkestrayı ve koroyu oluşturuyor, eseri besteliyor ve Türkiye’nin ilk opera eserini yaratıyor.

Saygun, o uykusuz geceler için sonradan şöyle yazacaktır:

“Ah bu çalışma… Zaman kısa, imkânlar son derece sınırlı… Ama içimiz coşkun. Yalnız benim değil, bütün görev almış arkadaşlarımın içi şevkle kaynıyor. Acaba o atılım üstüne atılım yıllarında içimizde duyduğumuz dinmek bilmez heyecanı, sönmek bilmez ateşi şimdiki kuşaklar nasıl duyuyorlardır.”

Atatürk, gelişmeleri uzaktan takip ediyor.

Bir ara Sovyet Sefiri Karahan’ı çağırıyor ve “Sen anlarsın, git bir bak” deyip provalara yolluyor.

Olumlu haber alınca kendisi de gidip izliyor bir provayı…

…Ve Özsoy, 19 Haziran 1934 gecesi, iki devlet adamının huzurunda sahneleniyor.
Atatürk, bu mucizenin yaratıcılarını gece Çankaya Köşkü’nde ağırlıyor, kutluyor.
…Ve engellemeye çalışanlara diyor ki: “Bu, bir devrim hareketidir!”

7 Eylül 2018’de Adnan Saygun’un 111. doğum yıldönümü kutlanacak.

Saygun’u ya da Özsoy’u anımsayan kaç kişi var bugün?

Ya o devrim yıllarının dinmek bilmez heyecanını, sönmek bilmez ateşini..?

Kaynak kişi: Mehmet Ali Yula – Facebook

 

Mehmet Ali Yula

Ahmed Adnan Saygun

(7 Eylül 1907 – 6 Ocak 1991), Türk Beşleri arasında yer alan Klasik batı müziğinde yapıtlar vermiş bir Türk bağdarı, müzik eğitimcisi ve budun müzik bilimcisidir (etnomüzikolog).

Türk müzik tarihinde Türk Beşleri olarak anılan bestecilerden birisi olan Saygun, ilk Türk operasının bestecisidir ve “Devlet sanatçısı” unvanını alan ilk sanatçıdır. Cumhuriyet Dönemi Türk müziğinin en çok seslendirilen eserlerinden “Yunus Emre Oratoryosu” en önemli yapıtıdır.

Önemli din bilginleri yetiştirmiş İzmirli köklü bir aileden gelen Saygun’un babası sonradan İzmir Milli Kütüphanesi’nin kurucuları arasında yer alacak olan öğretmen Mahmut Celalettin Bey, annesi Konya’nın Doğanbey mahallesinden gelip İzmir’e yerleşmiş bir ailenin kızı olan Zeynep Seniha Hanım’dır.

İzmir’de “Hadikai Sübyan Mektebi” adlı mahalle mektebinde başladığı ilköğrenimini “İttihat ve Terakki Numune Sultanisi” adlı çağdaş okulda devam etti. Sanat eğitimine ağırlık veren bu okulda 13 yaşında iken İsmail Zühtü (nazariyat) Rosati (piyano) ve Tevfik Bey (piyano) yanında müzik çalışmalarına başladı. 1922 yılında Macar Tevfik Bey’in öğrencisi oldu. 1925 yılında Fransız La Grande Encyclopedie’den müzikle ilgili makaleleri çevirerek birkaç ciltlik büyük bir Musiki Lugati meydana getirdi.

Hayatını kazanmak için su şirketi, postane gibi çeşitli yerlerde çalışan, İzmir Beyler Sokak’ta bir kırtasiye dükkanı açıp nota satmayı deneyen Ahmet Adnan Bey, bu denemelerde başarısız oldu ve ilkokullarda müzik öğretmenliğine yöneldi. İlkokullarda öğretmenlik yaptığı dönemde Ziya Gökalp’in, Mehmet Emin’in, Bıçakçızade Hakkı Bey’in şiirleri üzerine okul şarkıları yazdı. 1925 yılında devletin yetenekli gençleri müzik eğitimi için Avrupa’daki önemli konservatuvarlara göndermek üzere açtığı sınava girmek isteyen genç müzisyen, annesinin ani ölümü üzerine bu fırsatı kaçırdı. Orta dereceli okullarda müzik öğretmenliği yapmak için açılan sınavı kazanarak 1926 yılından itibaren bir süre İzmir Erkek Lisesi ‘nde müzik öğretmenliği yaptı.

Paris’teki öğrencilik yılları

1927-1928 yıllarında “Re Majör Senfoni” yi besteleyen sanatçı; 1928 yılında Hükümetin müziğe yetenekli gençler için açtığı sınavı tekrarlaması üzerine bu sefer fırsatı yakaladı ve devlet bursuyla Paris’e gönderildi. Vincent d’Indy (kompozisyon), Eugène Borrel (Füg), Madame Borrel (armoni), Paul le Flem (Kontrpuan), Amédée Gastoué (Gregoryen ezgileri), Edouard Souberbielle (org) ile çalıştı. Paris’teyken Op. (Opus) 1 sıra numaralı Divertissement adlı orkestra eserini yazdı. Saygun’un bu bestesi 1931 yılında jüri başkanının Henri Defossé (Cemal Reşit Rey’in orkestra şefliği hocasıdır) olduğu Paris’teki bir beste yarışmasında ödül kazandı, Gabriel Pierné yönetimindeki Colonne Orkestrası tarafından önce Paris, Varşova daha sonra da Rusya ve Belçika’da seslendirildi. Eser böylece, Cemal Reşit Rey’in Paris’te seslendirilmiş bulunan üç eserinden sonra – Anadolu Türküleri” (1927), “Bebek Efsanesi” (1928) ve “Türk Manzaraları” (1929) – yurtdışında icra edilen dördüncü Türk orkestra eseri olmuştur.

Ankara yılları

Saygun, 1931’de Türkiye’ye dönüp bir süre Musiki Muallim Mektebi’nde müzik öğretmenliğine başladı, müzik imlası ve kontrpuan dersleri verdi. 1932 yılında piyanist Mediha (Boler) Hanım ile evlendi; bu evlilik bir süre sonra bozuldu.

Ahmet Adnan Bey ve ailesi 1934’te Soyadı Kanunu üzerine matematik öğretmeni babasının isteği ile “Saygın” soyadını aldı; ancak başkası tarafından alındığı gerekçesiyle bir süre sonra soyadları “Saygun” olarak değiştirildi.

Adnan Saygun, 1934 yılında devlet başkanı Atatürk’ün talebiyle, Türkiye’yi ziyaret edecek olan İran Şahı Rıza Pehlevi şerefine ilk Türk operası olan Op. 9 Özsoy Operası’nı bir ay gibi çok kısa bir sürede yazdı. Liberettosunu Münir Hayri Egeli’nin yazdığı opera, Türk milletinin doğuşunu, İran ve Türk milletlerinin kökü uzak tarihe dayanan kardeşliğini ifade etmekteydi. Eserin prömiyeri 19 Haziran 1934 gecesi Atatürk ve Rıza Pehlevi huzurunda gerçekleştirildi.

Sanatçı, Özsoy’un sahnelenmesinden sonra Yalova’daki yazlık evinde kendisini kabul eden Atatürk’e Türk musikisi hakkında bir rapor sundu. Güneş-Dil ve Türk Tarihi teorilerinden etkilenerek hazırlanmış bu rapor 1936’da “Türk Musikisinde Pentatonizm” başlığı ile yayımlandı.

Yalova’dan dönüşte vekaleten Riyaset-i Cumhur Orkestrası Şefliğine getirilen sanatçı; bu görevini bozulan sağlığı ve İstanbul’a gidişi nedeniyle ancak birkaç ay sürdürebildi. Orkestra ile ilk konserini 23 Kasım 1934’te verdi.

1934 yılı Kasım ayı sonunda Saygun’a Atatürk’ten yeni bir opera sipariş geldi. 27 Aralık gecesi temsil edilmek üzere Taş Bebek operası nı bestelemeyi başaran sanatçı, bu operada yeni Cumhuriyet insanının doğuşunu anlattı. Eser, 27 Aralık 1934 gecesi Ankara Halkevi’nde sahnelendi; orkestrayı çok hasta olmasına rağmen bizzat Saygun yönetti.

Temsilin ardından İstanbul’a giden ve beş ay ara ile iki kulak ameliyatı geçiren Saygun’un, görevini ihmal ettiği gerekçesiyle Cumhurbaşkanlığı Senfoni Orkestrası’ndaki ve ardından Musiki Muallim Mektebi’ndeki işine son verildi; Ankara Devlet Konservatuvarı’nın kuruluş çalışmalarından da uzaklaştırıldı. Saygun, Devlet konservatuvarlarında etnomüzikolojibölümleri açılması yönünde çalışmalar yapmış, ancak bunlar Atatürk’ün desteğine rağmen ilgili kurumlarca hayata geçirilememiştir.

İstanbul yılları

Saygun, 1936’da İstanbul Belediye Konservatuvarı’nda öğretmenliğe geri döndü, 1939’a kadar bu görevde kaldı. Sanatçı, “Yunus Emre Oratoryosu” adlı ünlü yapıtının seslendirilişine kadar sürecek olan bir gözden düşme dönemine girmişti.

Saygun İstanbul’da iken Ankara’da devam eden yeni bir konservatuvar kurma çalışması, Saygun’un savunduğu “kültürel ulusallık” fikrini değil, “evrensel müzik” anlayışını destekleyenler tarafından sürdürüldü. Konservatuvar, bu iş için danışman olarak getirilen konservatuvar Paul Hindemith’in evrenselci müzik görüşleri doğrultusunda 1936 yılından kuruldu. Adnan Saygun ise 1936 yılında Halkevleri’nin daveti üzerine Türkiye’ye gelen Macar besteci ve etnomüzikolog Bela Bartok’a Anadolu gezisinde eşlik etti. Birlikte özellikle Osmaniye dolaylarından derledikleri türküleri notalaştırdılar. Çalışmaları, “Bela Bartok’un Türkiye’deki Halk Müziği Araştırmaları” başlıklı bir kitap haline getirilerek 1976 yılında Macar ilimler Akademisi tarafından İngilizce bastırılmıştır.

Saygun, 1939 yılında Halkevleri’nin önerdiği müfettişlik görevini kabul etti ve bu vesile ile Türkiye’yi dolaştı. 1940 yılında bir konser için Ankara’ya gelen ancak ülkelerinden Nazi baskısı nedeniyle geri dönmeyen Budapeşte Kadın Orkestrası üyelerinden Macar asıllı Irén Szalai (sonradan Nilüfer adını almıştır) ile 1940 yılında evlendi; çiftin çocuğu olmadı. Halkevleri’ndeki görevinin yanı sıra 1940 yılında “Türk Müzik Birliği” adlı bir koro kuran Saygun, bu koro ile düzenli oda müziği konserleri verdi. “Halkevlerinde Musiki” adlı bir kitap yayınladı. “Op. 19 Eski Üslupta Kantat”, “Bir Orman Masalı” adlı bale eseri ve “Yunus Emre Oratoryosu” gibi eserlerini bu dönemde besteledi. Yunus Emre Oratoryosu 1943 yılında CHP’nin açtığı yarışmada birincilik ödülünü Ulvi Cemal Erkin’in piyano konçertosu ve Hasan Ferit Alnar’ın Viyola Konçertosu ile paylaştı.

Yunus Emre Oratoryosu’nun seslendirilişinden sonra

Saygun’un 1942’de tamamladığı Yunus Emre Oratoryosu 25 Mayıs 1946’da Ankara’da Dil ve Tarih-Coğrafya Fakültesi’nde seslendirildi ve büyük başarı kazandı. En önemli eseri kabul edilen bu eser, daha sonra Paris’te ve 1958’de Birleşmiş Milletler kuruluş yıl dönümü vesilesiyle New York ‘ta ünlü orkestra şefi Leopold Stokowski yönetiminde seslendirilmiştir. Bu eserle Saygun, çocukluğunda İzmir Kemeraltı Çarşısı’nın Dervişler Caddesi’nde (bugün Anafartalar Caddesi) Mevlevi dervişlerden duyduğu ezgileri Avrupa ve Amerika’ya, Birleşmiş Milletler çatısı altına, sonradan eserin çevrileceği 5 ayrı dile taşımış oluyordu. Sanatçı eserin Ankara’daki ilk temsilinden sonra 1946 yılında Halkevleri müşavir ve müfettişliğinin yanı sıra Ankara Devlet Konservatuvarı’na kompozisyon öğretmeni olarak atandı. Aldığı davetler üzerine Londra ve Paris’e gitti, halk müziği üzerine çalışmalar yaptı; konferanslar verdi.

Yunus Emre den sonra, KeremKöroğluGilgameş başta olmak üzere üç opera, “Atatürk’e ve Anadolu’ya Destan” gibi koral eserler, 5 senfoni, çeşitli konçertolar, orkestra, koro, oda müziği eserleri, vokal ve enstrümantal parçalar, sayısız türkü derlemeleri, kitaplar, araştırmalar, makaleler yazdı. Eserleri New York NBC, Orchestre Colonne, Berlin Senfoni, Bavyera Radyo Senfoni, Viyana Filarmoni, Viyana Radyo Senfoni, Moskova Senfoni, Sovyet Devlet Senfoni, Moskova Radyo Senfoni, Londra Filarmoni, Kraliyet Filarmoni, Northern Sinfonia, Julliard Quartet gibi topluluklar ve Yo-Yo Ma gibi virtüözler tarafından seslendirildi. 1971’de yürürlüğe giren Devlet Sanatçılığı Kanunu çerçevesinde ilk Devlet Sanatçısı unvanı Adnan Saygun’a verildi.

Sanatçı, 6 Ocak 1991 tarihinde pankreas kanseri nedeniyle hayatını kaybetti.

Orkestra, oda müziği, opera, bale, piyano üzerine birçok yapıtı olduğu gibi, etnomüzikoloji ile müzik eğitimi konularında yayınları vardır. Çalışmaları ve diğer belgeleri Ankara’da Bilkent Üniversitesi bünyesinde kurulan “Ahmet Adnan Saygun Müzik Eğitim ve Araştırma Merkezi”nde bulunmaktadır.

Ahmed Adnan Saygun’un yapıtlarının seslendirme üzerindeki hakları SACEM’e aittir. Yayınlanan bir kısım yapıtlarının telif hakları Southern Music Publishing, New York ve Hamburg’taki Peer Musikverlag’a aittir.

Müzikolog Emre Aracı tarafından kaleme alınan kapsamlı bir biyografisi Adnan Saygun – Doğu Batı Arası Müzik Köprüsü adı altında Yapı Kredi Yayınları tarafından 2001 yılında yayımlanmış; hayat öyküsü ayrıca Mucize Özinal tarafından “Dar Köprünün Dervişi” (2005) adıyla romanlaştırılmıştır.

İstanbul Beşiktaş’taki Ulus semtindeki ana cadde, Ahmet Adnan Saygun Caddesi adını taşımakta ve bu cadde üzerinde, sanatçının bir boy heykeli bulunmaktadır.

Eserleri

1 Divertimentolog orkestra için 1930
2 Suit piyano 1931
3 Ağıtlar tenor ve solo erkek korosu 1932
4 Sezişler iki Klarnet 1933
5 Manastır Türküsü koro ve orkestra 1933
6 Kızılırmak Türküsü soprano ve orkestra 1933
7 Çoban Armağanı koro 1933
8 çalgılar için müzik Klarnet, Saksafon, piyano ve vurma 1933
9 Özsoy opera 1934
10 İnci’nin Kitabı piyano 1934 (Orkestra düzenlemesi 1944)
11 Taş Bebek opera 1934
12 Sonat viyolonsel ve piyano, 1935
13 Sihir Raksı orkestra 1934
14 Suit orkestra 1936
15 Sonatina piyano 1938
16 Masal ses ve müzik 1940
17 Bir Orman Masalı orkestra için bale müziği 1943
18 Dağlardan Ovalardan koro 1939
19 Eski Üslupta Kantat 1941
20 Sonatina piyano 1938
21 Geçen Dakikalarım ses ve orkestra 1941
22 Bir tutam keklik koro 1943
23 Üç türkü bas ve piyano 1945
24 Halay orkestra 1943
25 Anadolu’dan piyano 1945
26 Yunus Emre oratoryo, 1942
27 1. kuartet 1942
28 Kerem opera 1952
29 1. Senfoni 1953
30 2. Senfoni 1958
31 Partita viyolonsel 1954
32 Üç ballad ses ve piyano 1955
33 Demet keman ve piyano 1955
34 1. Piyano Konçertosu 1958
35 2. Kuartet 1957
36 Partita keman 1961
37 Trio obua, klarinet, arp 1966
38 Aksas Tartılar Üzerine 10 Etüt piyano 1964
39 3. Senfoni 1960
40 Töresel Musiki 1967
41 10 halk türküsü bas ve orkestra 1968
42 Duyuşlar üç kadın sesi korosu 1935
43 3. Kuartet 1966
44 Keman Konçertosu 1967
45 Aksak Tartılar Üzerine 12 Prelüd piyano 1967
46 Nefesli Çalgılar Beşlisi 1968
47 Aksak Tartılar Üzerine 15 Parça piyano 1967
48 Dört Lied ses ve piyano (orkestra içinde düzenlenmiş) 1977
49 Dictum yaylı sazlar orkestrası 1970
50 Üç Prelüd iki arp 1971
51 Küçük Şeyler piyano 1956
52 Köroğlu opera 1973
53 4. Senfoni 1974
54 Ağıtlar II tenor, koro, orkestra 1975
55 Trio klarinet, obua ve piyano 1975
56 Ballad iki piyano 1975
57 Ayin Raksı orkestra 1975
58 Aksak Tartılar Üzerine 10 Taslak piyano 1976
59 Viyola Konçertosu 1977
60 İnsan Üzerine Deyişler I ses ve piyano 1977
61 İnsan Üzerine Deyişler II ses ve piyano 1977
62 Oda Konçertosu yaylı çalgılar 1978
63 İnsan Üzerine Deyişler III ses ve piyano 1983
64 İnsan Üzerine Deyişler 4 ses ve piyano 1978
65 Gılgameş opera 1970
66 İnsan Üzerine Deyişler 5 ses ve piyano 1979
67 Atatürk’e ve Anadolu’ya Destan solistler, koro ve ork 1981
68 Dört Arp İçin Üç Türkü 1983
69 İnsan Üzerine Deyişler 6 ses ve piyano 1984
70 5.Senfoni 1985
71 2. piyano Konçertosu 1985
72 Orkestra için Çeşitlemeler 1985
73 Poem üç piyano için 1986
74 Viyolonsel Konçertosu 1987
75 Kumru Efsanesi bale müziği 1989

Kitapları

  1. Türk Halk Musıkisinde Pentatonizm, 1936.
  2. Gençliğe Şarkılar: Halkevi ve Mektepler için, 1937.
  3. Rize, Artvin, Kars Havalisi Türkü, Saz ve Oyunlar Hakkında Bazı Malumat, 1937.
  4. Halk Türküleri: Yedi Karadeniz Türküsü ve bir Horon, 1938.
  5. Halkevlerinde Musıki, 1940.
  6. Yalan (Sanat Konuşmaları), 1945.
  7. Lise Müzik Kitabı I-II-III (Halil Badi Yönetken ile birlikte), 1955.
  8. Karacaoğlan(Yeni Bilgiler-Bir Rivayet-Melodiler), Ankara, Ses ve Tel Birliği, 1952.
  9. Musıki Temel Bilgisi I – 1958,.II – 1962,.III –1964,.IV – 1966.
  10. Mod öncesi Ezgilerin Sınıflandırılması, 1960.
  11. Toplu Solfej,I – 1967, II – 1968.
  12. Töresel Musıki, 1967.
  13. Bela Bartok’s Folk Music Research in Turkey, Budapeşte, Akádemiai Kiadó, 1976.
  14. Atatürk ve Musıki: O’nunla Birlikte, O’ndan Sonra…, Ankara, Sevda-Cenap And Müzik Vakfı, 1982.

Çevirileri

Atatürk ve Musıki: O’nunla Birlikte, O’ndan Sonra…, Ankara, Sevda-Cenap And Müzik Vakfı, 1982.

Kaynak: Vikipedi

Özsoy Operası

(Op. 9) Ahmed Adnan Saygun’un bestelediği ve Firdevsî’nin Şehname’sinden uyarlanan Türkçe olan librettosunu Münir Hayri Egeli’nin yazdığı 1 (revizyondan once 3) perdelik 12 tablodan oluşan Türkiye Cumhuriyeti tarihinin sahnelenen ilk operasıdır.

Opera Atatürk’ün isteği üzerine temasını bizzat Atatürk’ün verdiği ve Türkiye’yi ziyaret edecek olan İran Şahı Rıza Şah Pehlevionuruna sahnelenmesini istediği operanin libretto’sunu Münir Hayri Egeli, Mustafa Kemal Atatürk’ün yönergeleri ve denetimi ile yazmış, Ahmet Adnan Saygun daha 27 yaşındayken ve 2 ay gibi kısa bir sürede bestelemiştir.

Opera Hakkında

İlk kez 19 Haziran 1934 gecesi, Münir Hayri Egeli’nin rejisi ve Ahmet Adnan Saygun’un orkestra şefliği altında “İstanbul Konservatuarı” yaylı sazlar heyeti ile “Riyaseti Cumhur Bando Heyeti” tarafından ile iki devlet başkanının önünde Ankara Halkevi’nde sahnelenmiştir.İlk sahnelendiğinde üç perdelik, dramatik türde bir opera olarak bestelenip sahnelenmiştir. Atatürk ve İran Şahı Rıza Şah Pehlevi onuruna ilk sahnelendiğinde operada, bariton Nurullah Taşkıran, soprano Nimet Vahit ve Semiha Berksoy da oynamışlardır. Türkiye ulusal operasının yaratılmasında önemli bir adım sayılmaktadır.

Operada işlenen ana tema yüzyıllar boyunca Türkiye ve İran’ın kardeş olduğunun vurgulanmasıdır. Opera, İranlıların Şehname destanından esinlenilmiştir. Öykü, Hakan Feridun’un ikiz oğulları Tur (Kurt) ile İraç (Aslan) üzerine kuruludur. İkizler doğduğunda şeytanın gazabı onları birbirinden ayırır. Ayrı yollara gidip birbirlerinden uzaklaşırlar. Ama yüzyıllar sonra buluşup kardeş olduklarını anlarlar. Tıpkı “ayrı yollara giden ikizler” Türkiye ve İran gibi.

Eserin sonunda, iki kardeşten Tur’un adı geçtiğinde, sahnedeki oyuncular, Ankara Halkevi’nin locasında operayı izlemekte olan Atatürk’ü, İraç (Aslan) sorulduğunda ise yanındaki Rıza Pehlevi’yi işaret ettiler. Bu jest karşısında çok duygulanan Rıza Şah Pehlevi, “Kardeşim!” diyerek, Atatürk’e sarılmıştır. Ankara Halk Evi’nde sahnelenen ilk temsilin hemen ardından iki devlet başkanı Dışişleri Bakanlığına giderek orada Türk – İran dostluğunun temelini atmışlardır.

Operanin sonraki gösterimleri Atatürk’ün ölümünden çok sonra gerçekleşmiştir.

Bununla beraber 3 Şubat 1982’de Atatürk’ün 100. doğum yıldönümü nedeniyle, tam 48 yıl sonra tekrar sahnelenmesi gündeme geldiğinde eserin bestecisi Ahmet Adnan Saygun, bu 3 perde 12 tablodan oluşan operayı, bir perdelik özet haline getirmiştir.

Özsoy Operası 1982 yılından sonra birkaç kez daha sahnelenmiştir.

19 Haziran 2007 tarihinde, Semiha Berksoy Opera Vakfı tarafından Beşiktaş Resim ve Heykel Müzesi’nde organize edilen bir etkinlikle “Özsoy Operası’nın ilk temsilinin yıldönümü”, konuşmalar ve bir konserle kutlanmıştır.

Roller

Rol Ses tipi Prömiyerde Roller, 17 Haziran 1934
(Orkestra şefi: Ahmet Adnan Saygun)
Feridun Bariton Nurullah Şevket Bey – Gazi Terbiye Enstitüsü muallimlerinden
Hatun (UluAnne) Soprano Nimet Vahit Hanim. Konservatuvar muallimlerinden
Ayşım Soprano Semiha Hanım İstanbul Konservatuvarı talebesi
Tembel, Sefih, Bedbin Soprano Semiha Hanım
Ahriman Süleyman Bey
Ozan Hamdi Selçuk
Baş Şaman Salih Bey
Köse Ağa Salih Bey
I. Bey Fethi Bey
Züppe Fethi Bey
II. Bey Kemal Bey
Bir Zabit Kemal Bey
Kaymakam Kemal Bey
Felekler Nigar Hanım, Muhsine Hanım, Muazzez Hanım, Yıldız Hanım, Nüzhet Hanım, Nimet Hanım.
Mehmet Ö.C.Bey Gazi Terbiye Enstitüsü muallimlerinden
Bir Köylü Bedri Bey
Sarıklı Bedri Bey
Politikacı Hayati
Danslar Selma ve Azade hanımların idaresinde Kız Lisesi ve Orta mektebi talebelerinden
Perran – Leyla – Vesamet – Belkıs – Nedret – Enise – Melahat hanımlar

 

Prömiyere temsilde İstanbul Konservatuvarı yaylı sazlar heyetiyle Riyaset-i Cumhur Bando Heyeti’nden oluşan orkestra şefi (eserin bestecisi) Ahmet Adnan Saygun, dans ve koreografi Selma ve Azade Selim Sırrı; sahne yönetimi Hami bey; dekorlar ve kostümler Mahmut ve Galip beyler tarafından yapılmıştır. Koro Ankara Kız lisesi, Ankara Kız orta mektebi, Ankara Beden Terbiyesi Enstitüsü öğrencilerinden oluşmuş olup koro idarecileri Muallim Halil Bedi bey ve Mediha Adnan hanım idi. Kondüit Şevket bey, suflör Enver Necip bey idi.

Konu özeti

Zaman – 40.000 Yıl önce bir mavi gece

Oyunun açlışını yapan ve tarihsel bir geçmişten de söz eden Öz Ozan’ın belirttiğine göre olay, kırk bin yıl öncesinde bir mavi gecede geçer. Baş Şaman’ın öngörüsüne göre, seçilmiş bey Feridun’un çocuğu o gece dünyaya gelecektir. Uzun zamandır bu günü bekleyen Beyler ve halk, Feridun´un çağrısı üzerine mutlu haberi alabilmek ve kutlamak amacıyla sunularıyla gelerek toplanırlar.

Bekleyiş sürmekte, halk, Hakan Feridun’a bir yavru vermesi için Tanrı’ya yakarmaktadır. Hakan’ın baş danışmani Baş Şaman gelerek halkı ve beyleri selamlar. Herkesin beklemekten sabrı tükenmektedir. Baş Şaman geçmişteki zalim hükümdar Dahhak’tan söz ederek o sıkıntılı yılların hatırlanması gerektiğini, bu sayede mutluluğun güzelliğinin artacağını söyler. Beyler ve halk ise herkesi boyunduruğu altında ezen ve pek çok gencin ölümüne yol açan o kötülük kaynağını anmak bile istemezler.

O sırada bir asker Feridun’un gelişini haber verir. Halk Feridun’a iyi dileklerini sunarken Feridun da onların kahramanlığını ve gözü pekliğini över. Özgürlüklerine kavuşmak için hep birlikte kahramanca savaşmışlar ve sonunda başarmışlardır. Şimdi ise Feridun’un doğacak çocuğunu birlikte beklemektedirler. Halk bu kez de Feridun’la birlikte Öz Soy’un devamını sağlayacak çocuğun doğumu için dua eder. Bu arada hızla gelen bir haberci Feridun’un iki erkek çocuğunun doğduğunu haber verir. Bu haber çok büyük bir sevinç yaratmış bu mutluluk herkesin gözlerini yaşartmıştır.

Halk eğlenmekte ve Hatun ile bebekleri beklemektedir. Az sonra Hatun’un gelmekte olduğu haberi verilir. Hatun dünyaya getirmekten gurur duyduğu iki bebeği ile birlikte halkın arasında yerini almıştır. Halk onu büyük bir sevinç ve övgüyle karşılar. Hatun ise büyük bir gururla bebeklerini yurda armağan ettiğini söyler. Feridun, Hatun’un bu sözünden çok etkilenmiş, çok mutlu olmuştur.

O sırada göğün yedi katından iyi dileklerini sunmak üzere yedi felekler gelirler. Her biri birbirinden güzel sungularını dile getirirler. Herkes çok mutludur ancak henüz her şey bitmemiştir. Bir anda yeraltının bekçileri ortaya çıkarlar, az sonra da onların başbuğu davetsiz konuk Ahriman’ın korkunç kahkahası duyulur. Kendisi davet edilmediği için çok kızgındır. Yedi Feleklerin dileklerini bozmaya gücü yoktur. Ancak, bu da, Hatun’un yalvarmaları da onun uğursuz bir dilekte bulunmasını engelleyemez. Yine de bu her şeyin sonu olmayacaktır.

Kaynak: Vikipedi