Cemal Süreya ve Gazeteciler Cemiyeti Lokali’ndeki unutulmaz Pazartesi buluşmaları

YİRMİ BEŞ YIL OLMUŞ…

Cemal ağabeyin, Buyrukçu’nun takılma sözüyle “Efendi Hazretleri”nin, Doktor Bahar’ın samimi nitelemesiyle “Şiir Peygamberi”nin, “Üstü kalsın!” diyerek hesabı kestiği o uğursuz günün üzerinden yirmi beş yıl geçmiş…
Dile kolay, çeyrek yüzyıl!
Oysa her şey daha dün gibi…
Düşünüyorum da, evde, sokakta, işyerinde beraber olmaktan çok, bir meyhane masasının çevresinde, uzak yakın birçok kişiyle birlikte olmuşuz ustayla.
O bir meyhane kuşu muydu? Belki evet.
Cemal Süreya’nın meyhane kuşu oluşu, biraz da evcil olmayışından mı ileri geliyordu? Belki de… Ölünceye dek sürdürdüğü Gazeteciler Cemiyeti Lokali’ndeki pazartesi toplantıları, Süreya’nın kabul günleri gibiydi.
Saat on ikide başlar, akşama kadar sürerdi.
Burada konuklarını ağırlar, buluşacağı kimselerle buluşur, iş görüşmeleri yapar, telif alacağı varsa birilerinde, onu getirirler…
Ama asıl dostlarıyla bir arada güzel bir gün geçirme amacıyla gelirdi.
Arkadaş canlısıydı o. Arkadaşsız edemezdi. Sevilirdi ve severdi.
Üst üste gelmeyenlere gönül koyardı.
Kimler gelirdi Lokale?
En başta Buyrukçu. Sonra Necdet Ökmen, Behzat Ay, bazı günler Atilla Özkırımlı, Adnan Özyalçıner, Avcı Raif, Bankacı Kör Zeki, Melisa Gürpınar, İpek Tekil, gençlerden Sunay Akın…
Arada bir, Doktor Bahar, Süheyla Taşçıer, Ahmet Necdet…
Ustayı tanıdığım yıllar içinde birçok meyhaneye müdavim olmuştuk.
Cemiyet Lokali’nden önce Çınar, Fıçı, Hatay vb lokantalarda buluşulurdu.
Buyrukçu’nun kimi günlükleri bu meyhane muhabbetlerinin sahneleriyle doludur.
Birliktelikler uzun olurdu Cemal Süreya ile buluşmalarda.
Sözüne sohbetine, şakalarına, ince esprilerine, buluşlarına, fantezilerine, ilginç saptamalarına doyum olmazdı da ondan…
Bir meyhaneye “müdavim” olmak için orayı işletenleri sevmesi gerekirdi üstadın.
Sahibi ya da garsonları onu “aziz” tutmalıydı. Tek koşulu buydu.
Yalnızca kendisine değil, başka müşterilerine de adam gibi davranmalıydı meyhaneci.
Bu konuda kendini yontmuş olmalıydı. O zaman rahat ederdi.
Müşterisine kaba davranan, bozuk meze yutturmaya kalkışan meyhaneyi terk cezasına çarptırırdı. “Abi bir şey diyeyim mi size? Bir daha gitmiyoruz oraya.” O gitmiyorsa, bizlerin ne işi olurdu ki?
Cemal Süreya’nın meyhane masaları, “müptezel işret masaları” değildi hiç kuşkusuz.
Bazen bir esprinin, bir fıkranın, bir saptamanın, birini harcamanın ya da ansiklopedik bir bilginin çevresinde dakikalar geçirilirdi.
Herkesi dinler, herkese söz hakkı tanır, konuşmayıp susanları konuştururdu.
Genç, yaşlı, ünlü, ünsüz, kadın, erkek, bilgili, bilgisiz, paralı, parasız, herkese eşit davranır, muhabbet gösterirdi.
Saatler keyif içinde geçer, masadan, ağız tadıyla bir şeyler almış olarak kalkardınız.
Buyrukçu, “Cemal, bir büyük daha söyleyelim mi?” derken, o renkli sahneleri başa almak isterdi sanki…
Bu dediklerim, çeyrek yüzyıl önceydi, evet!
Her şey dün gibi yakın; yüzyıl kadar uzakta şimdi…

Necati Gungor

9 Ocak 2015 – Facebook

Yüreğine, ellerine sağlık Necati Gungor..
Sevgili Muzaffer Buyrukçu,
sevgili Cemal Süreya..
İki dünya güzeli, akıl ve ahlakı mükemmel, nadide insanlardı..
Işıklarda uyusunlar..
Her gece yıldızlar insin üstlerine..
Gerçekten, seninle tıpa_tıp aynı şeyi düşündüm yine üstad..
O güzel insanlar yok ki artık, fırsatlar yaratıp yine onlarla Cağaloğlu’nda buluşasın..
Neşe, nükte dolu, sıcak kanlı sohbetlerini paylaşabilesin..
Biriktirdiğin en değerli, en anlamlı anılar bunlar..
Yaşanmışlığı mutluluk verici hatırlar dizisi..
Zaman kavramı giderek daha da acımasızlaşıyor..
Yaş faktörünün de her geçen gün önemi gitgide artıyor..Tek teselli insan gelişip, evrimleşip daha bir olgunlaşıyor işte..
Çeyrek asır nasıl da hızla koşup geçti yaşamımızda.
Bir eski şarkı çalan pikaptaki;
Ah felek.. Zalim felek..😔

Ali Bilge Hasdemir

Cemal Süreya