Kıbrıs için kritik müzakereleri var. Türkiye’dekilerin derdi başka olduğu için konuşulmuyor bile.

Cenevre’de Kıbrıs müzakereleri var.
Türkiye’de iktidarın daha önemli meseleleri gündemi işgal ettiği için, konuşulmuyor bile.
Cenevre’den önemli mesafeler alındığı, bir çok kritik konuda anlaşma sağlandığı haberleri geliyor. Ne alınıp ne verildiği konusunda ne Türkiye kamuoyu ne Kıbrıslılar pek bir şey bilmiyor.
Kimse bir şey soramıyor bile…

El Bab civarında neredeyse 100 gündür oyalanılıyor; bir çok şehit de veriliyor.
Durumun ne olduğu bilinmiyor.
Milleti adam yerine koyup kimse anlatmıyor.
İşin fenası kimse korkudan soramıyor bile.
TV’lere çıkan sözümona askeri uzmanlar biraz cehaletlerinden, biraz da yine korkudan kaleme gelecek tek satır laf edemiyorlar.
Bu arada doğru veya yanlış, Suriye ordusunun o tarafa doğru hareketlendiği haberleri, Koalisyon’un o civarda YPG’ye desteği artırdığı haberleriyle birlikte geliyor.
Tüm bunlar olurken oradaki felaketi başımıza açan Suriye politikasının rezilliklerini haber yaptıkları için Can Dündar ve Erdem Gül’e ilaveten 10 yıl, Berberoğlu’na müebbet isteniyor.
Böylece kimse yurtdışında sorulan, mesela Işid’ın Türk tanklarına karşı kullandığı söylenen Amerikan TOW füzelerinin bir zamanlar TR’nin Suriyeli Türkmenlere diye gönderdiği silahlardan olup olmadığını burada soramıyor.
Ya da Tolga Tanış’ın Hürriyet Washington temsilciliğinden alınmasında Işid’ın Türk ordusuna yönelik bombalı araç saldırılarında muhtemelen kullandığı amonyum nitratların Türk malı olduğunu ispatlamasının rolü ne kadardır kimse soramıyor.
Soramayınca bunların sorumluları asla cezalandırılmıyor.
Cezalandırılmayınca da benzer “hatalar” yapılması sürüp gidiyor; askerlerimiz/sivillerimiz ölmeye devam ediyor.

Otoriter rejimlerin en büyük kusuru ve sonunda yıkılma sebebi zaten budur. Her kusuru halının altına süpürmek bu rejimlerde çok kolaydır. Onun için de çok çabuk tefessüh eder, çürürler.

Otoriter bir rejimde mesela ekonomide gözlemlenen bir nevi delilik belirtilerini de soramazsınız. Zaten hepsi bir dış komplonun sonucudur.
Sormaya devam ederseniz zaten siz de o dış mihrakların yerli işbirlikçisinizdir.
Onun için otoriter rejimlerde, demokratik olanların tersine en basit sorunlar bile çözümsüz kalıp kangrene dönüşebilir. Basit bir gripten ölebilirsiniz tabiri caizse…

Otoriter rejimler deyip de geçemezsiniz aslında; onlar da çeşit çeşittir. Kimisi yeni bir çağın kuruluşu öncesindeki bir cins düzleyicidir.
Büyük Friedrich böyledir mesela…
Bir de buna özenip beceremeyen kifayetsiz muhterisler vardır bizim 2. Mahmut gibi…
Otoriterlik şampiyonları arasında bir kaç Friedrich çıkar, yüzlerce de beş para etmez diktatör.
Ne de olsa kabiliyet ve deha az bulunur hasletlerden olup, kendini bir halt sanma ise nerdeyse her çöplükte sürüsüne berekettir.

Kifayetsiz ya da kafi derecede kifayetli diktatörlerden en tehlikelileri ise otoriterliği totaliterlik çılgınlığına kadar götürmeye kararlı olanlardır.
Otoriter bir rejim, fazla zaman geçirmeden, fazla zarar görmeden yönünü yeniden ileriye ve demokrasiye çevirebilir. Ama totaliter bir yapı bir kez yerleşti mi, büyük bir hasar görmeden, büyük bedel ödemeden ülkenin demokrasiyi kazanması çok zor olur.

Totaliter rejimin aslında bundan da büyük bir problemi vardır. Otoriter rejimlede çok nadir görünen bir çılgınlığa totaliter rejimlerde sık rastlanır: Bütün bir toplumun bir kişinin ardından uçuruma doğru göz göre göre koşması!

Türkiye böyle bir noktaya mı geldi? Şimdilerde çok kişi kendine bu soruyu soruyor olmalı. Bana kalırsa Henüz değil. Ama çok yaklaştı ve işin kötüsü freni patlamış bir araç misali o noktaya gidişi önleyecek pek az mekanizması çalışıyor.

Böyle durumlarda büyük kitlelerden daha çok, küçük de olsa uyumlu ve kararlı hareket eden gruplar daha belirleyici, hatta önleyici olabilir.
Ne yazık ki evvelce bunu bir dereceye kadar başarmış bu tür toplumsal grupların Türkiye’de -İbn Haldun’un terminolojisiyle konuşacak olursak- ciddi bir asabiyyet sorunu var; daha açık konuşursak bir anlamda gençliklerini yitirmişler; yaşlı insanlar gibi bilgece şeyler söylüyor ancak yanlış yapmaktan korkarak az hareket ediyorlar.

Halbuki karşıdaki kara kitlenin bir lider tapıncı içinde ama ne yaptığını bilmeden sürekli yanlış yönlerde de olsa eylem halinde olduğu politik yapıyı, yanlıştan korkmayan, cesur, ilerici bir eylem çizgisi bertaraf eder.

Bugünlerde yeni bir 31 Mart darbesi ile karşı karşıyayız.
Padişahın desteklediği kara kalabalığı, 100 yıl önceki gibi bilinçli eylemlilikle çok kolay hortladıkları tarihin mezarına geri göndermek mümkündür.
Muhtaç olduğumuz kudret beynimizdeki çağdaş düşüncede mevcuttur. Bir tek eksiğiyle…

Cür’et, cür’et, daha çok cür’et!e

Cüneyt Akman