“1984 ile 1990 yılları arası gazetecilik anlamında ciddi bir dönemdir. Not: Yolunuz açık olsun Burak Ersemiz ve Alper Ertem”

1984 ile 1990 yılları arası gazetecilik anlamında ciddi bir dönemdir.
1984 öncesinde de elbette vardı hastane ve adliye muhabirliği ama daha bir fazlaca oldu.
Polis muhabirliği hepsinden eskidir. (Sansaryan…)
Polis muhabirliği, emniyette bulunup bekçi, amir ve müdürlerle sıkı fıkı ilişkiye girerek haber almak ve rakip gazetelerde çalışan muhabirlere iş atlatmaktır. Daha önceki paylaşımlarımda söz ettim. 1984 yılında Güneş Gazetesinde mesleğe stajyer olarak başladım. Yaşım,reşit değildi. Ama dönemin en önemli gazetecileriyle yola çıktım…
İlk görev yerim Fatih İlçesi idi. Sonrasında aynı bölgenin yakınındaki Eyüp Adliyesi’ne paketlendim.
İlk ustam Suat Yılmaz oldu. Gerçek bir gazetecidir. Çok şey öğrendim.
Ardından terfi ettim. Yeni görev yerim Çapa Tıp Fakültesi Hastanesi idi.
Kurşunlananlar, bıçaklananlar, trafik kazaları, fiili livatalar, vajinesmus vakaları dahil onlarca olayın ilk göz tanığı oldum arkadaşlarımla. Hepsi bana bir can suyu oldu. Karakterim orada belirlendi. Hayatım boyunca destur ettiğim, “en kötüsünü düşünürüm önce” demem bundandır.

Kaç kişi hayatında cinayet(ler) görmüştür? Ya da bir morga götürülüp; öldü denilen birinin tekrar hayata dönüp morg görevlisinden kıyafetlerini isteyerek peşinden koşmasını kaç kişi yaşamıştır. Ya da bir kavruk yaz sıcağında morga girip, boğulmalar ve yanarak öldükten sonra o zamanın şartlarında, kaçımız cesetlerin üzerine basmamak için çaba sarf etmiştir.

Mesleki deformasyon denileni epey sonra öğrenirsiniz. Ve ardından bir de meslekte ilerlemek adına, yıllar sonra, savaşlar, depremler! 100 güne yakın kim kalabilir aranızda deprem bölgesinde? Siren sesleri, iniltiler, acı haykırışlar, çok sonra bulunan erkek evladını çorabından tanıyıp hastane bahçesinde kaskatı olan bir baba bedenini kaçımız görmüştür?

Duygu sömürüsü değil bunlar. Hayatın gerçekleri. Bazı meslekler böyledir. Eğlendiğiniz bir mekanda bir el silah atılsa,herkes kaçacak delik arar. Ama gerçek bir muhabir kaçmaz. Önce yakın çevresinde bir yaralı varsa ona yardım eder, sonra yanında bulunan kayıt cihazıyla(fotoğraf makinesi v.s) o anı kaydeder.. Kaydeder kaydetmesine ve izleyenlere ulaştırmasına da, yüreğinden, zihninden, evrendeki minicik dünyada, minicik hayatından neler verir bilir misiniz? İşte böyle bir meslektir gazetecilik.

Tehdit altında yaşamaktır gazetecilik. Muhalif olmaktır. Şİmdiki zevzek; adına gazeteci denelinler bunu asla bilemeyeceklerdir.
Evininin yolunu bulamamaktır. Geleceğini görememektir gerçek gazetecilik. . Evlatlarını, sevdiklerini görememektir. Gerçek gazetecilik böyle bir şeydir.

Doğduğun yerde yaparsın önce, sonra ilmek- ilmek verirsin yaşamından farkında olmadan. Saclarına aklar düşer, kurdeşen olursun kimi zaman da saç kıran.

Ve günün birinde bir şerefsiz ve yalakalarınca taca çıkarsın.
Yok! Bir saniye! O kadar da değil! Başta dedim ya, duygu sömürüsü bilmez gerçek gazeteci. Eyvallahı olmaz! Doğduğu yerde belki şu an için değil ama doyduğu yerde bir kez daha zümrüdü anka kuşu misali uçmayı becerir…
Gerçek gazetecinin kanatları vardır. Özgür uçar onlar!
Daha çook şey var yazılacak da, şimdilik bu kadar…

Not: Yolunuz açık olsun Burak Ersemiz ve Alper Ertem.
Boğazlı kazak alın yanınıza, üşümeyin.
Kazakistan soğuktur bu aralar.
Ama sizin sıcak yüreğiniz oraları da ısıtır.
Sizi seviyorum.
Umarım yine vatanınıza geri döner ve tekrar eski güzel günlerde buluşuruz 

Yaşar Gürsoy