Şerif Mardin’in ardındaki gerçekler.. Musevileri koruyan tarikat: Arusiler.. Kaynak: Abdullah MURADOĞLU, GARİH- (Sıradışı Bir Musevi’nin Portresi) Bakış Yayınları, Kasım 2001, İstanbul Sh:121-135

Derleyen Akademisyen Filiz Gültekin

Şerif Mardin’in ardından…
Kaynak: Abdullah MURADOĞLU, GARİH- (Sıradışı Bir Musevi’nin Portresi) Bakış Yayınları, Kasım 2001, İstanbul
Sh:121-135

Musevileri koruyan tarikat: Arusiler

Öte yandan Fevzi Çakmak, Rauf Orbay, Küçük Hüseyin Efendi, Ömer Fevzi Mardin, Azra-Üzeyir Garih ile Alpaslan Türkeş’i bir noktada çakıştırdığı iddia edilen Arusilik nasıl bir tarikattı?

Türkiye’ye nereden ve nasıl gelmişti?

Bugünlere kadar devam eden Arusilik kimler tarafından destekleniyordu?

Arusi Şeyhleri, Musevilere nasıl bakıyordu?

Bu soruların cevaplarını aramaya çalışacağız. Bu soruların cevapları aynı zamanda tasavvufun toplumsal ve kültürel dokudaki yerinin irdelenmesi kadar yakın tarihin gizli ilişkiler yumağının çözülmesine küçük bir katkıda bulunacağını söylemek mümkün.

Genç okurların resmi tarihte bulamayacakları pek çok gerçeğin günışığına çıkması, Türkiye’nin geleceğinde yer almak isteyenlerin oluşturacakları devlet siyaseti için de önemli ipuçları sağlayacak.

Bu her şeyden önce toplumu, kültürel dokuyu iyi okumaktan geçiyor. 28 Şubat sürecinde iyice örselenen dindarlık, muhafazakarlık, laiklik ve çağdaşlık gibi kavramların yakın tarihin gerçekleriyle birlikte yeniden ve daha sağlıklı şekilde yorumlanmasına yararı da olabilir. Arusilik, Türkiye’ye geç dönemlerde giren Kuzey Afrika meşeli bir tarikat. Arusilik hakkında ilk bilgiler, yine bu tarikatın bilinen ilk müntesiplerden meşhur Şehbenderzade Filibeli Ahmet Hilmi tarafından verildi. İkinci Abdulhamit döneminde Türkiye’ye gelen Arusiliğin yıldızı ise Osmanlı Devleti’nin son yıllarında parlıyor.

İlk Arusi Filibeli Ahmet Hilmi
Arusiliğin Türkiye’de bir tekke ve tarikat biçiminde örgütlenmesi Ömer Fevzi Mardin tarafından gerçekleştiriliyor. Bu nedenle Ömer Fevzi Mardin, Arusiliğin bilinen ilk şeyhidir. Öte yandan Şeyh Küçük Hüseyin Efendi’nin de Arusilik icazeti verdiği de ifade ediliyor. Ömer Fevzi Mardin de Mevlana Küçük Hüseyin Efendi’nin halifeleri arasındadır. Sultan II. Abdulhamit tarafından Fizan’a sürgün edilen Filibeli Ahmet Hilmi, burada Arusilik ile tanıştı. Asitane-i Arusi Selamiye’yi ziyaret eden Ahmet Hilmi, Arusi Dergahı’nın Şeyhi’ne intisap etti. İstanbul’a döndükten sonra Arusi ligi tanıtan bir de broşür hazırladı. Ahmet Hilmi, Şeyh Mihriddin Arusi takma ismiyle “İki gavs-ı Enam: Abdulkadir ve Abduselam” ismindeki risaleyi 1913 yılında neşretti. Ahmet Hilmi kitabında Kadiri Tarikatı’nın kurucusu Şeyh Abdulkadir Geylani ile Arusiliği canlandıran Şeyh Abdusselam El Esmer’i anlattı. Ahmet Hilmi, iki tarikat arasındaki yakın ilişkiye de ele alıyordu. Bu nedenle Arusilik ile Kadirilik, Türkiye’de Ömer Fevzi Mardin tarafından birbirine geçiriliyor. Ömer Fevzi Efendi, Abdulkadir Geylani’nin soyundan geldiği belirtilen Mardin’deki Kasımiye Medreselerini kuran Mardinizadelerdendir. Mardinizadeler arasında pek çok Kadiri Şeyhi de bulunuyor. Bir Nakşibendi şeyhi olan Mevlana Küçük Hüseyin Efendi’nin halifesi Ömer Fevzi Mardin, Arusi SelamiÖmeriye Tarikati’nin de kurucusu sıfatını alıyor.

Tef çalıyor diye kuyuya atıldı

Ömer Fevzi Mardin’in Türkiye kolunu oluşturduğu Arusuliğin kökeni 1400’lü yıl ara uzanıyor.

Arusiliğin kurucusu Ahmed bin Mulıammed el-Arus’tur. 1463 yılında vefat ettiği belirtilen Ahmet bin Arus, Şazeliye Tarikatı’nın Kuzey Afrika kol arından olan Arusiliğin ilk şeyhidir. Şazeli tarikatının Fas kol arından biri olan Zerrukiye’nin kurucusu Ahmed ez-Zerruk da Ahmet el Arus’un halifeleri arasında yer alıyor. Arusiliğin Kuzey Afrika’ya, tarikat silsilesinde yer alan Fethul ah el-Acemi vasıtasıyla Horasan’dan geldiği iddia ediliyor. Şeyh Arus’un Horasan menşeli tarikat prensipleri ile Şazeli tarikatı esaslarını birleştirdiği ifade ediliyor. Ancak Arusiliğin, asıl olarak 1574 yılında vefat eden Şeyh Abdusselam el-Esmer döneminde canlandığı ve bütün Kuzey Afrika’ya yayıldığı kaydediliyor. Bundan ötürü El-Esmer, Arusiliğin Selamiye kolunun kurucusu olarak tanınıyor.

Coşkulu bir kişiliği olan El Esmer, gençliğinde Arusilere ait bir medresede okurken Bendir denilen bir def çaldığı için cezalandırıldı. O dönemde Bendir çalmak şeriate aykırı olarak kabul ediliyor.

Tarikat kaynaklarında konuyla ilgili bir keramet de anlatılıyor. Buna göre Abdusselam el Esmer Bendir çaldığı için bir kuyuya hapsediliyor. Ancak kuyudan bendir sesleri gelmeye de devam ediyor. O günlerde medreseyi ziyaret eden tarikatın şeyhi durumdan haberdar ediliyor. Şeyh, “Hele çağırınız, huzurumuzda çalsın bakalım nasıl şeydir” diyor. El-Esmer elinde bendiri ile içeri girip çalmaya başlayınca, Şeyh’i aşk-ı ilahi kaplayıp, iradesine hakim olamayarak ayağa kalkıyor, cezbe ve mestlik içinde bazı hareketlerde bulunuyor, hatta sema ediyor, dönüyor. Abdusselam el-Esmer’i kucaklayan Şeyh, “Oğulcuğum! Mevla’nın fazlına nihayet yoktur. Diğer müridlerime izin vermemekle beraber, seni Allah! Allah! diye inleyen bu acayip defi çalmadan men etmiyorum” diyor. Öte yandan Şeyh Ahmet bin Arus’un şeyhi Ebul Abbas Ahmed bin ükbe el Hadrami’nin Kadiri Tarikatı silsilesi içinde yer almasından ötürü, Arusiliğin aynı zamanda Kadiri tarikatının kol arından biri olduğunu savunanlar da bulunuyor. Arusilik halen Kuzey Afrika’da faaliyetlerini sürdürüyor. 19.yüzyılda Türklere bağlılığı ile tanınan Arusiler, Birinci Dünya Savaşı ‘nda da Osmanlı Devleti’nin yanında oldular. Çanakkale savaşlarına katılan bazı Arusi şahsiyetler, Nezihe Araz’in Anadolu Evliyaları isimli kitabında da tanıtılıyor. Şeyh Abdusselam’ın dergahı Libya Zileytin kasabasında bulunuyor. Şeyhin türbesi de dergahın içinde. Trablusgarp Savaşı’nda pek çok Türk subayı Arusilik ile tanıştı. Bunlar arasında Hamidiye Kahramanı Rauf Orbay ile yakın arkadaşı Ömer Fevzi Mardin de yer alıyordu.

Arusi Filibeli’yi kim zehirledi?
Filibeli Ahmet Hilmi İkinci Meşrutiye! döneminin ünlü fikir adamları arasında yer alıyor. Konsolos (Şehbender) Süleyman Bey ile Şevkiye Hanım’ın evliliğinden 1865’de Filibe’de(Bulgaristan) doğan Ahmet Hilmi, Galatasaray Lisesi’ni bitirdi. 1890’da Düyunu Umıımiye’de işe başladı. Posta ve Telgraf Nezareti’nde çalıştı. Jöntürklerle ilişki karan Ahmet Hilmi Beyrut’ta görev yaparken Mısır’a kaçtı. Burada Terakki-i Osmani Cemiyeti’ne girdi. Orada Çaylak isimli bir mizah dergisi neşretti.

1901’de İstanbul’a döndü, siyasi suçlu olarak yakalanarak Fizan’a sürüldü. Burada tasavvufa meyletti, Arusi Tarikatı’na girdi. Meşrutiyetin ilanından sonra İstanbul’a döndü. İttihad-ı İslam adlı haftalık gazete çıkardı. Darulfünun’da felsefe hocalığı yaptı. Gazetenin kapanması üzerine pek çok gazetede yazarlık yaptı. 1910’da haftalık Hikmet ceride-i İslamiyesi’ni ve Hikmet Matbaa-i İslamiyesi’ni kurdu. İslam dünyasında pek çok bölgeye gönderilen Hikmet dergisinde Mihriddin Arus müstear ismiyle makaleler yazdı. İttihad-ı İslam siyasetini savunan Ahmet Hilmi 1911 ‘de Hikmet’i günlük olarak çıkarmaya başladı. İttihat ve Terakki’yi eleştirmeye başladı. Beş defa kapatılan Hikmet’in yayınına süresiz olarak ara verildi. Bursa’ya sürgün edilen Ahmet Hilmi, 1912’de Hikmet’i yeniden çıkardı, dergide Balkan Harbi ve Birinci Dünya Savaşı’nın çıkacağına dair yazılar yazdı. Hikmet adlı felsefe dergisi çıkardı. Dergiyi daha sonra gazeteye çevirdi. Batı felsefesine vakıf olan Ahmet Hilmi, tasavvuf ve vahdet-i vücud felsefesini savundu. Yazılarında tasavvuf felsefesi ile Batı felsefesini birbirine yaklaştırmaya çalıştı. Felsefi konulan halka indirmeyi görev sayan Ahmet Hilmi, Amak-ı Hayal(Hayalin Derinlikleri) ismindeki meşhur romanında kahramanını uzun bir fikir ve felsefe yolculuğuna çıkardıktan sonra onu vahdet şehrine ulaştırdı. Feminizm üzerine makaleler de yazan Ahmet Hilmi’nin İslam Tarihi isimli iki ciltlik eserinin Vehhabilerle ilgili bölümü, Vehhabiliği tanımak isteyenler için önemli bir kaynak olarak zikrediliyor. Fırtınalı bir hayat yaşayan Ahmet Hilmi’nin 1914 yılındaki erken ölümü kuşkuyla karşılandı. Bakır zehirlenmesinden öldüğü belirtilen Ahmet Hilmi’nin Siyonizm ve Masonluk meselesini ilk ele alan isimlerden olması nedeniyle masonlar tarafından zehirletildiği şeklinde bir iddia bulunuyor.

Türk Arusilerin ilk şeyhi: Ömer Fevzi Mardin
Türkiye’de Arusiliğin asıl olarak Ömer Fevzi Mardin ile kurulduğunu belirtimiştik.Hatta tarikatın, kaynaklarda Ömer Fevzi’ye nispetle Arusi-Selamiye-Ömeriye olarak nitelendirildiğine de eğinmiştik. Ömer Fevzi Mardin, Mardin’de yerleşik, Peygamber soyundan gelen ve bu yüzden Seyyid diye anılan Şirin Dede adıyla maruf zatın ailesindendir. Mardinizadeler olarak bilinen ailenin ünlü isimleri arasında diplomatlar, sanayiciler, edebiyatçılar, bilimadamları ve hukukçular da yer alıyor.

Ord. Prof. Ebul’ula Mardin, Prof. Şerif Mardin, Betül Mardin ve Arif Mardin ailenin bugün bilinen ünlü isimleri arasında yer alıyorlar. Avni Özgürel, Türkiye’nin ilk ABD büyükelçisi Münir Ertegün’ün de aynı aileden olduğunu iddia ediyor. Buna göre Amerika’nın ünlü müzik sanayicilerinden Ahmet Ertegün de Ömer Fevzi Mardin’in akrabaları arasında yer alıyor. Öte yandan Ertegün ailesi Özbekler Tekkesi şeyhleriyle de akraba oluyorlar.

Ömer Fevzi Mardin, 1903 yılında İstanbul’da vefat eden Mardinizade Yusuf Sıdkı Efendi’nin torunu-dur. Ünlü hukukçu Ord. Prof. Ebul’ula Mardin, Ömer Fevzi Bey’in amcası oluyor. Yusuf Sıdkı Efendi, müftilik, kadılık, vali vekilliği, kazaskerlik yaptı. Kadiri, Mevlevi ve Nakşi olarak biliniyor. İmam Gazali’nin İhyaül Ulum’unu 9 cilt halinde ilk kez olmak üzere Türkçe’ye tercüme ve şerh etti. 12 yıl süren bu çalışma sonucunda görme yeteneğini büyük ölçüde yitirdi. Yusuf Sıdkı Efendi, bu eseri yüzünden kendisini çekemeyen ve Abdulhamit’e yakınlığıyla bilinen Ebül’huda tarafından jurnal edildi. Bitlis’e sürülen Sıdkı Efendi yıl ar sonra İstanbul’a dönebildi. Yusuf Sıdkı Efendi’nin babası Ömer Şevki Efendi de müftilik yaptı. Kadiri ve Rufai olan Ömer Şevki Efendi dini ilimlerde bilgisine güvenilen bir şahsiyet. Yusuf Sıdki Efendi, Fatih Camii naziresinde defnedildi.

Şerif Mardin’in amcasıydı
Ömer Fevzi Mardin, Ebul’ula Mardin’in kardeşi Mehmet Arif Bey’in oğlu. 1852’de Mardin’de doğan Mehmet Arif Bey, kaymakamlık, savcılık, mahkeme reisliği, Şura-yı Devlet azalığı, Basra, Suriye ve Yemen Valiliklerinde bulundu, Mısır’da Kavalalı Prens Mustafa Paşa’nın Kethüdalığını yaptı.

İngilizce, Fransızca, Arapça ve Farsça bilen Mehmet Arif Bey, 1920 yılında 68 yaşında Kahire’de vefat etti Ömer Fevzi Mardin’in annesi Halil Şeref Paşa’nın kızı Şerife Leyla Hanımdır. Ömer Fevzi’nin kardeşi emekli büyükelçi Şemsettin Mardin 1989’da Kahire’de vefat etti. Şerif Mardin’in babası. Ömer Fevzi Mardin’in kızkardeşi Fatma Aliyye Hanım, Süreyya İlmen Paşa’nın oğlu Atıf İlmen ile evlendi.

1927-1930 yıl an arasında İstanbul Milletvekilliği yapan Süreyya İlmen, Serbest Fırka’nın kurucuları arasında yer aldı. 1949’da Toprak, Emlak ve Serbest Teşebbüs Partisi’nin de kurucularından. 1957’de ölen Süreyya İlmen, İstanbul’un ünlü Süreya Plajı, sineması ve hastanesinin de sahibiydi. Atıf İlmen’in oğlu Erdem İlmen ise İsmet Paşa’nın yeğeniyle evlendi. Ö. Fevzi Mardin yeğeni vasıtasıyla İsmet Paşa ailesiyle hısım oluyor. Ömer Fevzi Mardin’in diğer kardeşi Muhiddin Arif Mardin ise Betül Mardin ile ABD’nin ünlü plakçılarından Arif Mardin’in babasıdır.

Ömer Fevzi nasıl Arusi oldu?
Arusi kaynaklarında Ömer Fevzi Mardin’in Rauf Orbay ile birlikte Flamidiye Kahramanları arasında yer aldığı belirtiliyor. Aynı kaynaklarda Ömer Fevzi Mardin’in Arusiliğe girmesi şöyle anlatılıyor:

“1911-1912 Trablusgarp Savaşı’nda Libya’da Gazi Hamidiye’nin kumandanı iken Hazreti pirin manevi daveti şöyle gerçekleşmiştir: Ömer Fevzi Mardin hazretleri büyük bir manevi edeple 500 metre kadar uzaktan Hazreti piri ziyaretleri sırasında devamlı olarak yalnız Cenabı Pirin soyundan gelen türbedarlarından o günkü zat-ı şerif aldığı emirle doğruca kendilerine gelir ve der ki: ‘Ömer Fevzi Bey siz misiniz?’ sorusuna evet cevabını alınca ‘Pirimiz Seyyid Abduselam el Esmer Hazretleri sizi huzur-u şeriflerine davet ediyorlar. Buyurunuz’ demesi üserine Ömer Fevzi Mardin hazretleri, kızgın çölde ve hararetli güneşin altında 500 metrelik mesafeyi dizleri ve dirsekleri üzerinde kat ederek Türbe-i Şerifin eşiğine başını koyarlar. Vaki davet üzerine de huzuru şerife dahil olurlar. İki ulu zatın aralarındaki çok mahrem görüşmenin bundan sonraki safahatı insanların bilgisi dışında tutulmuştur.

Cenabı Allah Teâlâ’nın Ömer Fevzi Mardin hazretlerine lütfettiği Piri sanilik unvanı da bu gizlilik içerisinde aleniyet kazanmıştır. Demek ki yüce manevi makamlar ilahi bir nimet olarak hep bu ve benzeri misulli hallerle elde ediliyor. Cenabı Allah sırlarını takdis eylesin ve ali himmetleri üzerimize olsun”

İsmet İnönü’ye niçin mektup yazdı?
6 Mayıs 1878’de doğduğu, askeri okul arda eğitim gördüğü ve Deniz Binbaşılığına kadar yükseldiği Arusi kaynaklarında belirtilen Ömer Fevzi Mardin, Sultan Mehmed Reşad zamanında Tahran Sefareti’nde Askeri Ateşe olarak görev yaptı. Tahran’da iki kez suikast girişimine maruz kaldığı ifade edilen Ömer Fevzi Efendi ‘nin Almanların düşmanlığını üzerine çektiği kaydediliyor. Selanik Rüştiyesi’nde Atatürk ve İsmet İnönü ile aynı dönemde okuyan Mardin, Harp Okulu’nu Topçu Subayı olarak bitirdikten sonra Avusturya’da Atış Okulu’nda eğitim gördü. Tarikat kaynaklarında Ömer Fevzi Mardin’in Hamidiye harbinden sonra Rauf Orbay’in işaretiyle İstanbul’da Nakşibendi-Halidi Meşayihinden Hüseyin Hüsnü Ankaravi namı ile maruf Küçük Hüseyin Efendi’ye intisab ettiği ve ondan Nakşibendi İcazeti aldığı kaydediliyor. Deniz kuvvetlerinden kurmay yarbay olarak emekliye ayrılan Mardin, Şeyh Hüseyin Hüsnü Efendi’nin 1930 yılında vefatından sonra irşada başladı, Nakşibendi, Kadiri, Mevlevi, Şabani dersi verip talebeler, müridler yetiştirdi. Arusi tarikatindan ilk ders verdiği kişi, daha sonra yerine geçecek olan Bedirhanzade Seyyid Mustafa Aziz Çınar Efendi’ydi. Aksiyon dergisinin 15-21 Eylül 2001 tarihli sayısında Ömer Fevzi Efendi’nin 1930’larda İstiklal Mahkemeleri kurulduğunda Ömer Fevzi Bey’in ismi de gündeme geliyor.

Mardin, yakın arkadaşı Başbakan İsmet İnönü’ye bir mektup yazarak hayatının tehlikede olup olmadığını sorar. İsmet Paşa cevaben yazdığı mektupta, “Siyasete girmezsen hayatın müemmendir”

ifadesini kul anıyor. Ömer Fevzi bey’de karşılık olarak, Siz iktidarda olduğunuz sürece siyasetle ilgilenmeyeceğimden emin olabilirsiniz” diyor. Gerçekten de Ömer Fevzi Bey, çevresindeki insanlara günlük politikadan uzak olmaları tavsiyesinde bulunuyor. Ömer Fevzi bey, 1946’da Demokrat Parti’nin kurulmasından sonra halk arasında demokrasi bilincinin kökleşmesi için kitaplar yazmakla yetiniyor. “Köylü Kardeş, Türk ve Demokrasi” kitaplarını yazıyor.

Musevilere yardım ettiler
Yine Aksiyon dergisinde anlatıldığına göre 1940’ların başında Museviler ile dindarlar arasındaki dayanışmada da Ömer Fevzi Bey önemli bir rol oynuyor. Varlık Vergisi olayı’ndan bunalan ve Aşkale gönderilen Musevilerin ailelerine yardımlarda bulunuyor Arusiler. 1942’de Kadiköy’de kurduğu İlahiyat Kültür Telifleri Derneği, Müslümanlar ve gayr-ı müslimler arasındaki diyalogda etkili oluyor.

Ömer Fevzi Bey, şeyhi Küçük Hüseyin Efendi’nin Azra Garih ile olan yakın dostluğunu hatırlatarak çevresine, “Hepimiz aynı Allah’ın kullarıyız. Hidayet ancak ve ancak Allah’ın elindedir. İnsanların içindeki inancı ancak Allah bilir. Biz sadece sevgi ve saygı göstermekle mükellefiz” şeklinde telkinlerde bulunuyor. Aynı dönemde Kitab-ı Mukaddes Yayınevi’nin sorumlusu Dr.Lee Mc Gallum bir mevlit kandilinde Süleymaniye Camii’ne gidip tebriklerde bulunurken, ünlü mevlithan Kani Karaca da Musevi Sinagogu’na giderek okunan Hallilere elleriyle ritim tutuyor. Pek çok Musevi de Ömer Fevzi Efendi’yi ziyaret ediyor. Fethullah Gülen Hoca ile uzlaşma kültürüne katkıda bulunmaya çalışan Üzeyir Garih, babasının yakın dostu olan Küçük Hüseyin Efendi’nin halifesi Arusi Şeyhi Ömer Fevzi Mardin ve çevresinde gelişmelerden haberdardı. Ömer Fevzi Mardin Türkiye Musevileri için pek de huzurlu olmayan 1940’lı yıl arda “Musevilere Çıkış Yolu” isimli bir de kitap neşrediyor.

ARUSİ ŞEYHLERİ KİMLERDİ?
Arusi-Selamiye Tarikatı’nın Ömeriye kolunu kuran.Ömer Fevzi Mardin 1953’de vefat etti, Karacaahmet’te aile kabristanında toprağa verildi. Mardin vefat ettiğinde yerine zat halifelerinde Nafiz (Baba) Uncu (1886-1958) geçti.

Nafiz Baba’dan sonra, onun yerine Bedirhani Mustafa Aziz Çınar(1909-1979)geçti. Vasıf Çınar ve Cemal Kutay ile aynı aileden gelen Mustafa Aziz Çınar eski Kadıköylü olarak biliniyor. Çınar’ın sohbetleri yakınları tarafından derlenerek Varidat-ı Şerifeler(Hatıra düşen notlar) ismiyle neşredildi. Çınar’dan sonra Necmettin Oyman görevi uhdesine aldı. Cami ve Türbe Koruma Yaptırma ve Yaşatma Derneği kurucusu, Saldır Şeyh Camii ve Türbesinin inşası ile ibadete açılmasının yanı sıra 6 kadar türbenin restore edilmesine öncülük eden emekli lise tarih hocası, 1995’de 1995’de vefat eden Mahmut Murat Tengiz de Tarikatı Arusi-yi Selami şeyhlerinden. Üzeyir Garih’in babasının gizli müslüman olduğunu babası Hulusi Efendi’den işittiğini açıklayan Abdurrahim Güzelyazıcı da Ömer Fevzi Mardin’e intisap eden isimler arasında yer alıyor.

Ömer Fevzi Mardin’in Musevilere bakışı
Ömer Fevzi Mardin’in 1950’de neşrettiği Kur’an-ı Kerim’in mevzulara göre tasnifinin şerhli Türkçesinde, “Te’dip iradesi tecellisi” başlıklı bölümde Musevilerle ilgili ilgili te’dip ayetlerinden 5.nci sure’nin 64. Ve 81 ayeti ile 7.sure-168. vel38. ayetlerini şöyle açıklıyordu:

“Dikkat: Fakat iyi dikkat edelim ki: bu lanet; Hazret-i Davud veya Hazret-î İsa tarafından değil, Allah tarafından edilmiştir. Allah Teâlâ, ettiği lanet için Hazret-i Davud ve Hazret-i îsayı ifade vasıtası olarak kul anmıştır. Şimdi, Allah Teâlâ’dan gayri hiç kîmse, (Nebî olsun, velî olsun, her kim olursa olsun) kendiliğinden değil bir milleti, hatta bir ferdi bile tahkir, tezlîl etmek hakkını haiz değildir. Bu hak; yalnız Allah Teâlâ’nındır. insanların Rabbı; Allah Teâlâ-ı azîmüşşanındır. Yaradan, yaşatan O dur; O ister azarlar, ister över, hak O’nundur, mahluk O’nundur.
İnsanlara düşen vazîfe; bîr insan veya kavim hakkında Allah Teâlâ’nın ettiği muahaze veya medihden ibret, hisse, ders almak, muahaze edilen hallerden, hareketlerden kaçınmak, övülenlerine doğrulup özenmektir. Yoksa, Allah falan kimseye veya falen millete ağır tenkitte bulunmuştur diye onlara karşı ayni lisanı kul anmak, ayni tavrı takınmak kimsenin hakkı, haddi değildir. Bundan büyük küstahlık, terbiyesizlik olmaz. İyi bilelim ki böyleleri; azarlanıp muahaze edilenden daha tehlikeli bir gaflete kendini kaptırmıştır. Allah Teâlâ’nın gayreti; kulu kula ezdirmeğe, hırpalatmağa müsait değildir. Musevî mukaddes kitabında bir Allah kelamı vardır. Meali sudur. ‘Sen, harab ettin, gel şimdi de sen harab edileceksin.’ buyurulduğu gibi böyle küstahlara da bir gün Allah Teâlâ; (sen hırpaladın gel şimdi de sen hırpalanacaksın) diye hakkında gazab izhar edebilir. Hakikat sudur : Allah Teâlâ’nın kulunu tahkîr eden; Allah Teâlâ’ya hürmetsizlik etmiş olur. Allah Teâlâ’nın kulunu inciten; Allah Teâlâ’yı incitir. Kula eziyet eden, Allah Teâlâ’ya eziyet eder. İnsanlara düşen vazife, cümle hakkında salah niyazıdır; Şimdi su ayet-i kerîmeyi okuyalım: (5__14)_: ‘Mîsak ve ahidlerinde durmamaları sebebiyle onlara lanet ettik, ve kalplerini katı kıldık.
Kelamı (Tevratı) tağyir ve tahrif ederler. Onda zikr ve ihtar olunan şeyden nasiblerinî unutup terk ederler. Sen onların hıyanetlerine daima muttali olursun. Onlardan ancak pek azı hiyanet etmezler.
[Fakat] onlara af ile muamele et, Allah Teâlâ-, iyilik ve ihsan edenleri sever’ İşte : Cenabı Hak ayet-î kerîmede de ayni muahazayı tekrar ediyor ve Peygamber efendimize (sen de onların hiyanetlerine daima muttali oluyorsun) buyuruyor. Fakat sen onlara af ve müsamaha ile muamele et dîye îkaz ediyor. Demek ki tenkît ve takbih hakkı yalnız Allah Teâlâ’nındır. Kulun kula fena muamelesine cevaz yoktur.”
1940’lı yıl arda Ömer Fevzi Mardin’in Museviler hakkında yaptığı açıklamalar böyleydi.

Bundan Garih’in haberdar olmaması zor.

Kore’ye asker göndermeyi savundu
Ömer Fevzi Mardin, “Kitap Ehli Ailesi”, “Dinde Güzel Sanatlar Telakkisi”, “Dinde askerlik kültürü”,

“Müslüman Olmayanların Din Durumları” ile “Kan Gütme Davası” isimli kitapların da yazarıdır.

Mardin, 1950’de DP iktidarında Kore’ye asker gönderilmesi kararını da savunan bir din adamı olarak dikkat çekti. Hatta bu amaçla, “Kore Savunmasına katılmamızda Dini ve siyasi Zaruret” isimli kitabı yazdı. Kur’an-ı Kerim’in her yirmibeş yılda tefsir edilmesi gerektiğini savunan Ömer Fevzi Mardin,

“Dini Hasbihal” isimli kitabında ilginç bir muhafazakarlık tanımı da yapıyor. “Din saik-i terakkidir” başlığı altında Mardin,

“Muhafazakarlık, yalnız esasat-ı diniyyede ve asalet-i milliyeye aid hususat ve an’anatda makbuldür. Hatta Farzdır. Maada hususat için merduddur, mennudur. Çünkü zaman nasıl mütemadiyen ilerliyorsa herşeyin de zaman ile birlikte terakki etmesi lazımdır. Hayat demek sa’y ve amel demektir. Bu ise terakki içindir. Tarih-i hilkat-i Adem ile bugünkü devri arasındaki zaman safahat-ı terakkiden ibarettir. Yoksa kurunu ula(ilkçağlar) mebde’indeki insanların hayat-ı maişeti ile bugünkilerin arasında bir fark olmazdı. Bakınız Seyyidil-kainat efendimiz ne buyuruyor: ‘İki gününü müsavi kılanın bir günü zayidir’. Demek ki bugünün dünden, yarının bugünden daha müterakki, daha mes’ud geçmesi için çalışmak; bir vazife-i diniyedir. Nerede kaldı ki hal-i sabıktan beter olmak”
ibarelerine yer veriyordu. (Ömer Fevzi Mardin, Dini Hasbihal, sh. 58-63, İrfan Yayınevi)

Afrikalı Arusiler Türkleri seviyor
Arusiliğin bugün önemli isimlerinden biri de Mehmet Faik Erbil’dir. Ünlü denizci komutan Koca Turgut Reis soyundan geldiğini belirten Mehmet Faik Erbil, Arusilik hakkında şunları anlatıyor:

“Hz. Pir Seyyid Abdusselam el Esmer ülkemizde layıkı veçhiyle tanınmamakta ve bilinmemektedir.

Halbuki Filibeli Ahmet Hilmi beyin de bildirdiği gibi, Cenabı pir tavsiyelerinde dervişanına “Türkler İslam’ın hizmetkarı ve İslam’ın muzaffer askerleridir. Onlara muhabbet ediniz” buyurmuşlardır.

Osmanlıları Libya’ya davet eden de bizzat Hazreti Pirdir. Sözkonusu işbu manevi telkinlerin Türk leventlerinin ve özellikle Kaptanı derya Malta Fatihi ve Kuzey Afrika Beylerbeyi Şehit Turgut Reis Paşanın Kuzey Afrika’yı ve Trablusgarb’ı Osmanlı mülküne dahil etmede tesiri olmakla beraber Hazreti Pirin büyük himmetini gördükleri de gerçeğin ta kendisidir. Yine kendisi gibi öz be öz Türk evladı ve yardımcısı olan değerli bir kumandan Trablusgarp Valisi Murad Ağa Hazretleri de bizzat Hazreti Pirin huzurlarında bulunmuş, halifesi olmuş ve himmetlerini görmüşlerdir. Her iki mübarek zatın türbe-i şerifleri de Libya’dadır. Buradan da anlaşılıyor ki, Hz. Pirin Türk milletine muhabbeti ziyadedir. Mevzu ile alakalı çok daha geniş bilgi “Gerçek Tanrı erleri” kitabımızdadır” ibaresine yer veriyordu. Arusilerin Türkleri kardeş gibi sevip Osmanlıya samimiyetle bağlandıklarını ifade eden Erbil, “Bu muhabbet hala devam etmektedir. Hazreti pirin manevi işaretleriyle Hacı Mesut Çanakkale savaşlarına iştirak etmiş, muhaberelerin en kararnlık devresinde savaşın kazanıldığını müjdelemiştir. Milli mücadele sırasında Arusi tarikatı şerifi mensupları, Senusiler gibi Türklerin yanında olmuşlardır” diyor. (Seyyid Abdusselam, İrfan Yayınevi, M. Faik Erbil’in takdimi)

Kıbrıs Harekatı’nda Arusilerin kerameti
Erbil’in Arusi Şeyhi Abdusselam el-Esmer ile ilgili olarak anlattığı menkıbeler sadece bu kadar değildi. El Esmer manevi şahsiyeti ile Kıbrıs Harekatı sırasında da Türk askerlerine yardım ediyor.

Erbil bu arada çok ilginç bir açıklamada daha bulunuyordu.

MHP Lideri Alpaslan Türkeş de Arusi Şeyhi Abdusselam’a büyük saygı duyuyordu. İşte Erbil’in anlattıkları:

“Kıbrıs hareketi sırasında da her türlü aksaklığa rağmen Hazreti Pir Gavs ı Azam Esseyyid Abdusselam el Esmer’in himmetleriyle netice alınmıştır. Mevzu ile alakalı olarak, Rahmetli Alpaslan Türkeş’in bize naklettiği veçhile, bu harekata Diyarbakır’dan kalkan uçak filomuzun kumandanı Hava Kurmay Albay Ertuğrul Sabuncu Bey, ‘yüzde altmışımızın döneceğini sanmıyorum’ diyerek pilotlarla telsiz vasıtasıyla helalleşmiş ve Ada üzerine geldikleri zaman Kıbrıs Adası büyüklüğünde bir elin aşağıda yine Kıbrıs Adası büyüklüğünde bir elin de yukarıda olduğunu ve kendilerinin de bu iki elin himayesi altında bulunduklarını aleni müşahade etmişler ve heyacandan titreyerek, harekatı hiçbir zayiat vermeden tamamlayarak tekrar üslerine dönmüşlerdir.. Nur içinde yatsın.”

Türkeş, Arusilere niçin teşekkür etti?
Alpaslan Türkeş’in Arusi Şeyhi Abdusselam el-Esmer’in manevi yardımlarına muhatap olduğu da Türkeş’in ağzından aktarıyordu Mehmet Faik Erbil aktarıyor: “Muhterem Alpaslan Türkeş acizaneme üç şeyi heyacanla nakletti: Birincisi 11 aralık 1987’de Hz Mevlana ihtifaline giderken karşılaştığımda başbaşa sohbet ederken şöyle demişti: ‘Hakkımdaki idam fermanı önceden verilmiş ve üç bacaklı sehpa kurulmuştu. Çok büyük bir evliya olan Hazreti Pir Seyyid Abdusselam el Esmer Sultanın yüzü suyu hürmetine bu belanın üzerimden ref-i def olması için Cenab-ı Allah Teâlâ’dan niyaz ettim. O mübarek zat bir tekme attı sehpaya, üç bacağını birden kırdı. Kendilerine medyun-u şükranım. İkincisi: haksız yere yattığım hapisten sonra çoluk çocuğumla Avrupa’ya gittim. Alman hükümeti, yapılan fitne üzerine, hava meydanından geri dönmemi istedi. Yarım saat içerisinde Seyyid Abdusselam Hazretleri’nin himmetini gördüm. Alman istihbarat Başkanı benden özür diledi ve Frankfurt’a girdim. Üçüncüsü: Yine İngiltere’ye gitmek üzere iken Fransa’ya inmek zarureti hasıl oldu. Aynı şekilde Paris’e girmeme müsaade edilmedi. Yine o mübarek Pirin himmetleri ile onbeş dakika içinde bizzat Paris Emniyet Müdürü gelerek özür diledi. Paris’e oradan da İngiltere’ye geçtim. Ya Allah’ım! Bu büyük evliyayı nasıl sevip de ona hürmet etmeyeyim’. Ayrıca acizaneme hitaben şöyle dedi: “Beni herkesin terk ettiği en kara günlerimde ve en zor zamanlarımda gerçek bir karagün dostu olduğunu unutmam mümkün değildir. Evlatlarımın, katillerin, vatan hainlerinin zalim kurşunlarına hedef olmaması hususunda bize gösterdiğin alaka beni çok mütehassıs etmiştir. Allah senden razı olsun.” * Arusilerin önde gelen isimlerinden olan Erbil’in sözlerinden Türkiye’deki Arusilerin 12 Eylül öncesinde MHP’ye yakın oldukları en azından moral destek sağladıkları anlaşılıyor.

Gün Sazak’ın eşi Arusilere yardım etti
MHP camiasından 1980 Mayıs’ında sol bir örgütün kurşunlarına hedef olarak hayatını kaybeden Gümrük ve Tekel Bakanı Gün Sazak’ın eşi Nilgün Sazak da Arusilere yakınlık duyan isimler arasında yer alıyor. Nilgün Sazak’ın Filibeli Ahmet Hilmi’nin Mihriddin Arusi ismiyle 1913’de yazdığı “İki Gavs’ul Enam” isimli kitabın neşredilmesinde maddi yardımda bulunduğu, adı geçen kitabın önsözünde belirtilerek, kendisine teşekkür ediliyordu. “Bu eserin meydana getirilişinde maddi olarak hiçbir yardımı esirgemeyen ve edep ölçüleri içerisinde gizli gizli, herhangi bir karşılık beklemeksizin Allah Teâlâ’nın rızasını tahsil hususunda nice Allah kuluna çeşitli sahalarda yardım eden hayırsever insan Sayın Nilgün Sazak’a müştereken teşekkür etmeyi bir borç bilir, Cenabı Allah’ın kendilerinden razı ve hoşnut olmasını niyaz ederim. Allah Fakiri Esseyyid Mehmet Faik Erbil” Filibeli Ahmet Hilmi’nin ‘İki Gavs-ı Enam” isimli risalesi ile Ömer Fevzi Mardin’in İrfan Yayınevi’nden neşredilen, “Dini Hasbihal” kitabını bugünkü dile çeviren kişi ise Prof. Mim Kemal Öke’ydi. Dünya sosyetesinin ünlü isimlerinden Ender Mermerci’nin yanı sıra MHP Eskişehir Milletvekili Süleyman Servet Sazak’ın annesi Nilgün Sazak’ın da özel yaşamlarında tasavvufa meyletmeleri ilginçti.

Başörtüsü sorununa farklı bir bakış
Mehmet Faik Erbil, Türkiye’de uygulanan başörtüsü yasağına da farklı bir çözüm öneriyor. Ömer Fevzi Mardin’in Ahzap Suresi 59 ayetinin manasını, “Tesettür, yani örtünmek keyfiyeti, kadınların emniyet ve tahaffuzu esasında bir zaruret olarak emir buyurulmuştur” şeklinde şerh ettiğini belirten Erbil, “Kur’an-ı Kerim ile kurulan Yüce İslam dini bil-cümle yaratılmışlar üzerine güneş gibi doğmuştur. Bu noktada insanlık alemi hususiyet arzeder. Tevhid esasını getiren yüce dinimiz, adalet, müsavat, hakkaniyet, hoşgörü ve bağışlayıcılık ile çalışmayı ve selamet üzere huzur içerisinde kazanan insanların birbiriyle yardımlaşma esasını amir olan bir içtimai birliği emretmekle devletin bölünmez bütünlüğü nokta-ı nazarından bizlere orta yol üzere olmamızı göstermiş bulunmaktadır.

Öyle ise birbirimize karşı merhametli ve muhabbetli olmak mecburiyetimiz bizatihi doğmaktadır.

Önemine binane bir hadisi şerifi dercediyoruz; ‘Bir ülke küfürlü yaşar, zulümme yaşamaz’. İş bu hadis-i şerife göre beyanımız şu olmalıdır: Her devletin kendine mahsus idare şekli vardır. İcra vekilerinin kendi milletinin yönetimine mahsus devletini korumak için vazettiği kanunlar çerçevesinde veya yönetmelik ölçüleri içerisinde aşırı olmayan bazı sakındırıcı kararlarına uymak, nizamı temin etmek, içtimai hayatta zaruret halini alır. Huzurun temini bakımından medeni ölçüler dışında aksi davranış hoş karşılanmaz. Mevzu ile alakalı olarak bir hadis-i şerifi burada kayda değer buluyoruz:

‘Muhakkak Allah Teâlâ, dini fücur ehli bir kimse ile de teyid eder’. En doğrusu orta yolu bulmaktır. Çok güzel bir örnek olarak mübarek Ehl-i Beyti Rasûlullâh sallallâhü aleyhi ve sellem ailesi hakkında yüce kitabımız Ahzap Suresi 33. Ayet-i kerimesinde şöyle öğüt buyurur: ‘Evlerinizde karar edin. İlk cahiliyettekilerin(putperestlerin devrindeki kadınların) süslenip sokaklarda dolaştıkları gibi süslenerek sokaklarda dolaşmayın.

Namazınızı kılın, zekatınızı verin. Allah ve Resulüne itaat edin. Ey Ehl-i Beyt Allah sizden murdarlığı musaffa kılıp kemale erdirmek ister.’ Bu emri ilahi doğrudan doğruya Rasûlullâh sallallâhü aleyhi ve sellem Efendimizin mübarek aile efradına aittir. İsteyen akıl sahibi kimseler ne güzel bir örnek olarak benimserler.” (Seyyid Abdusselam. İrfan Yayımcılık, Sh. 292-293)

Arusiliğin önde gelen isimlerinden M. Faik Erbil’in başörtüsü yasağına karşı önerdiği çözüm böyleydi. Arusilik, Türkiye’de devletle çatışmamaya, günlük politikaya bulaşmamaya özen gösteren geleneksel bir eğilimi temsil ediyor. Kuzey Afrika Arusileri de Osmanlı Devleti’ni desteklediler. İkinci Meşrutiyet döneminde Türkiye’ye girdiği anlaşılan Arusilik, Osmanlı Devleti’ni, İstanbul’u İslam dünyasının merkezi olarak gördüler. Türkiye’yi merkeze alan bu eğilim Cumhuriyet döneminde de aşağı yukarı varlığını sürdürdü. Üzeyir Garih’in öldürülmesiyle birlikte Türkiye’de pek çok insan Arusilik diye bir tasavvufi akımın varlığından haberdar oldu. Oysa Türkiye’de Arusiliğin tarihi neredeyse bir yüz yılı buluyor.

Derleyen Filiz Gültekin – facebook

Akademisyen Filiz Gültekin’in paylaştığı bu bilgilerden biri de

“Sol üst köşe …Beklesin. Neyi bekledikleri konusunda fikri olan.” cümlesiyle paylaştığı fotoğraftı..