‘’Ölümü istemek bir cesaret değildir ama, ölümden korkmak ahmaklıktır’’ diyordu büyük önder Atatürk… 10 Kasım 1938’de neler oldu

ONUN ÖLDÜĞÜNE İNANIYOR MUSUNUZ? HAYIR ASLA İNANMIYORUZ.. AMA ÖLDÜĞÜNE İNANANLARIN, CAN ÇEKİŞEREK HER GÜN NASIL ÖLDÜĞÜNE TANIK OLUYORUZ

Atatürk’ün vefatı, devamlı doktorları Prof.Neşet Ömer İrdelp, Prof.Mim Kemal Öke ve Dr.Nihad Reşat beyler ile müşavir doktorlar Prof.Akil Muhtar Özden, Prof.Hayrullah Diker,Prof. Süreyya H.Serter, Dr.Kamil Berk ve Dr.Abravaya Marmaralı tarafından yazılan şu raporla tespit edildi:

“Reisicumhur ATATÜRK’ün umumî hâllerindeki vehamet dün gece saat 24’de neşir edilen tebliğden sonra her an artarak, bugün 10 İkinciteşrin 1938 Perşembe sabahı saat dokuzu beş geçe büyük şefimiz derin koma içinde terki hayat etmişlerdir. 10 İkinciteşrin 1938.”

Atatürk ölüm felsefesini, hastalığının giderek ağırlaştığı dönemde bile şöyle açıklıyordu.

‘’Ölümü istemek bir cesaret değildir ama, ölümden korkmak ahmaklıktır’’

Siroz teşhisi konulan hastalığının en ağır devresini, 1938 Martından, 10 Kasıma kadar geçen 8 aylık sürede yaşamıştı.
‘’Bu yatı bir çocuğun oyuncağını bekler gibi beklemiştim’’ dediği Savarona yatında hastalığı ilerleyince, yurt dışında isim yapmış Fransız Prof. Noel Fiessenger davet edildi.
Fransız doktor muayeneden çıktıktan sonra, Atatürk Dahiliye Vekili Şükrü Kaya’yı çağırdı.
‘’Bu akşam Dr. Fiessenger senin davetlin olsun. Florya’ya götür, çay içir, baş başa konuşursuz’’ dedi.

Şükrü Kaya, Atatürk’ün çevresinde o kadar doktor varken, böyle bir davet için kendisini neden seçtiğini pek anlayamamıştı.
Akşam misafir doktorla birlikte geldikleri Florya köşkünde, kimse yoktu.
Bunun üzerine Kılıç Ali’nin evine gittiler.
Çaylarını içerken doktorla yalnız kaldıkları bir sırada Şükrü Kaya Fransız profesöre ‘’Ben Dahiliye Vekiliyim. Atatürk’ün partisinin Genel Sekreteriyim. Şimdi sizden öğrenmek istiyorum. Atatürk’ün hastalığı ölümcül müdür?.’’ diye sordu
Fiessenger ‘’Hepimiz kazaya uğramış bir geminin içindeyiz. Karşılaşılan felaket beni de üzmektedir. Atatürk tabiatın yardımı, tıbbın müdahalesi ile iki sene daha yaşayabilir. Fakat şimdi yata döneriz barsak ve beyin kanamasından Atatürk’ü ölmüş olarak da bulabiliriz’’ cevabını verdi.
Atatürk’ün tedavisine Savarona’da değil de, Dolmabahçe Sarayında devamına karar verildi.
Bütün arzusu Ankara’ya gitmek Cumhuriyet’in 15.’nci yıl dönümü töreninde bulunmak, ordusu ve milleti ile son defa bir arada olmaktı.
Hatta törenlerin yapılacağı stadyumun merdivenlerini rahat çıksın diye, onun talimatı ile bir asansör de yaptırılmıştı.
Ancak, halsiz ve takatsizdi.
Karnından sıklıkla biriken su alınıyordu.
Ankara’ya gitmekten umudunu kesince dudaklarını bükerek, “Bu zayıf halimle Ankara’ya gitmekte bir fayda görmüyorum. Gidersem hiç kimsenin yardımı olmadan, hiç olmazsa otomobilime kadar yürüyebilmeli, arkadaşlarımla selamlaşabilmeliyim. Bunu yapacağımı sanmıyorum’’ dedi.
Atatürk artık yataktan çıkamaz durumdaydı.
Bir defa 3 gün süren komaya girdi.
Kendisine geldiğinde uyumuş olduğu söylendi.
Bu bir mucizeydi.
Doktorlarından Nihad Reşat şaşkınlığını gizlemeden, şunları söylüyordu: ‘’ Yirminci asrın tıbbının kudretini bilen biri olarak söylüyorum. Ölüm de ondan korktu’’.

Atatürk, iki kez daha komaya girdi.
Kıvranmalar, çırpınmalar içindeydi.
Birden gözlerini açtı, başında bekleyen doktorlara ‘’Saat kaç’’ diye sorup, kendini tekrar kaybetti.
10 Kasım Sabahı yüzü gittikçe renk değiştiriyor, hançere hırıltısı artıyordu.
Saat 9’u 5 geçe başucundaki hekime doğru sert bir asker bakışı ile döndü, mavi gözlerini iri iri açtı, son nefesini verdi.

Cemil Özyıldırım