Erdoğan Köseoğlu’nu da yitirdik.. Biz Cumhuriyet’i sevmiştik. Cumhuriyet’teki yoldaşlarımızı da.. Reha Öz yazdı

Erdoğan Köseoğlu’nu da yitirdik, sonsuzluğa uğurladık.
Her ne kadar, gerek hastalığı süresince, gerek Cağaloğlu’ndan İkitelli’ye taşınmamız nedeniyle görüşemesek de; acısı içime oturdu.
Bu arada Erdoğan için çıkarılan “Fotoğraf Peşinde Bir Ömür – Erdoğan Köseoğlu” başlıklı albüme yazdığı yazı geldi usuma.
Sevgili Erdoğan’ı bu yazıyla ve yazıda sözünü ettiğim bir gençlik fotoğrafıyla uğurlamak istedim.
Güle güle USTA!

Biz Cumhuriyet’i sevmiştik. Cumhuriyet’teki yoldaşlarımızı da…

Erdoğan’ı yaz, dediklerinde ilk iş, fotoğraf albümümü taramak oldu.
Hayretler içinde kaldım; dehşetler içinde, demek daha doğru olur belki…
Kişisel tarihimin görsel toplamı içinde, Erdoğan’lı topu topu dört kare çıktı karşıma.
Önce dehşete düştüm; sonra düşündüm:
Belki de bu, onun sürekli fotoğraf makinesinin arkasında olmasındandı.
Hep başkalarını fotoğraflayışından…
Ne acı!
Toplu iki fotoğraf, Cumhuriyet’in çeşitli yıldönümlerinde çekilmiş; Cumhuriyet Ailesi hep bir arada, hepimiz bir yerlere sığışmış, birbirimize omuz vermişiz…
20.04.1974 tarihli fotoğraf, Spor Servisi’nde çekilmiş.
Ben kocaman bir daktilonun başında çok ciddi bir işle uğraşıyormuşum gibi sanki; o da müthiş bir dikkatle benim yazdıklarımı incelerken (!)
Belleğimi ne denli zorladıysam da, o karenin ayrıntılarını anımsayamadım.
12.04.1975 tarihli olanıysa, rahmetli foto muhabiri arkadaşımız Ali Alakuş’un nişanında çekilmiş; Erdoğan, eşi ve ben yan yana oturmuşuz, olasılıkla Ali ve müstakbel eşini izliyoruz büyük bir dikkatle; o sahnenin ayrıntıları da silinip gitmiş belleğimden…
Ama belleğimden silinmeyen pek çok anı var; gazetecilikteki çocukluk, delikanlılık ve ustalık dönemlerini birlikte yaşadığımız o uzun yıllar boyunca…
Cağaloğlu’ndaki İttihat ve Terakki’nin merkezi olan Pembe Köşk’ün zemin katında, eski mi eski, ilkel, pislik içinde – ama tarihin önemli bir bölümüne damgasını basmış fotoğrafların pek çoğu oralarda tabedilmişti – fotoğraf laboratuvarından bir kare; ben ve Abdullah Gelgeç yan yana oturmuşuz, elimizde, o günün gazetesi; olasılıkla Erdoğan çekmişti o kareyi, öyle kalmış belleğimde…
Sonrasında Pembe Köşk’ten taşındığımız, eski bobinhaneden restore edilmiş betonarme binanın asma katındaki minicik fotoğraf laboratuvarı…
Önceleri muhabirken, daha sonraları istihbarat şefiyken, sıkış tepiş doluşup içeri, en iyi kareyi en iyi şekilde tabedebilmek için, birbirimizle tepişmemiz…
Önceleri rahmetli babası İbrahim Köseoğlu, sonraları rahmetli Tulay Divitçioğlu, rahmetli Ali Alakuş, Erdoğan, ben…
Yıllarca haberden habere koşturma…
Siyasi cinayetler, yürüyüşler, çatışmalar…
Cesaretin ve gözüpekliğin simgelerinden biriydi demek yanlış olmayacak pek!
Zaman içinde “usta” denecek bir yetkinliğe ulaşması, yoğun bir emek ve zaman ürünüydü kuşkusuz; fotoğrafı onun ellerine bıraktığınızda gözünüz arkada kalmayarak…
Burada anılardan söz edecek değilim uzun uzun.
Erdoğan’la, Cumhuriyet’ten ayrıldıktan sonra doğru dürüst görüşemedik.
Evlerimizin bulunduğu Kadıköy Koşuyolu’ndaki Basın Sitesi’nin bahçesinde zaman zaman bir araya gelişlerimizin dışında…
Sonra oradan da ayrıldık.
Cağaloğlu nire, İkitelli nire!
Son görüşmelerimizden birini anımsıyorum:
Kısacık bir zaman aralığında yine Basın Sitesi’nin bahçesindeyiz.
Yanımda Baron adlı kaniş cinsi köpeğim; minicik, ama sert mi sert…
Yav feş, dedi…
(Zaman zaman rahmetli Şefimiz Selahattin Güler’in yerine baktığım için ‘şef’in tersi ‘feş’ olarak çağırırdı istihbarat servisindeki arkadaşlarım beni; resmen şef olduktan sonra da sürdü gitti bu sesleniş… Ne güzeldi…)
Beslemediğin hayvan kalmadı, timsah bile getirdin eve (!) Şimdi de bu iti mi buldun?
Ama sözünü bitirir bitirmez de “Allah” deyip neredeyse bir metre havalanıverdi.
Baron, zıplayıp poposuna dalıvermişti, sözünü bitirir bitirmez.
Erdoğan yere indiğinde söylediği şuydu:
“Feş yav! Ne söylediğimizi anlıyor bu be… Allah, Allah… Allah, Allah…”
Çıktığımız, uzun, ince bir yoldu.
Sonuna mı geldik ne?..
Ama biz Cumhuriyet’i sevmiştik.
Cumhuriyet’teki yoldaşlarımızı da…

15.03.2010 – İkitelli

Reha Öz