Atatürk’ün cenazesi Karaköy’e gelmişti. Yahudi esnafın toplandığı yerden şiddetli dolu yağıyormuşcasına sesler geldi..

“Atatürk’ün cenazesinin taşıyan Top arabası Karaköy’e gelmişti.

Yahudi esnafın toplandığı yerden şiddetli dolu yağıyormuşcasına sesler geldi” Bakın o seslerin nedeni neymiş

Mina Urgan’ın Bir Dinozorun Anıları kitabından:
Mustafa Kemal Dolmabahçe Sarayı’nda can çekişirken, bizler, üniversiteli gençler, sabah akşam sarayın önündeki caddeye giderdik.
Sabah, fakültelerimize gitmeden, akşam evimize dönmeden, oraya uğrardık mutlaka. Sanki bir yakınımız orada ağır hasta yatıyordu. Saçma bir umutla, iyi bir haber alabilmek umuduyla, giremediğimiz sarayın önünde sessizce dolanırdık. Gözlerimizi sarayın damındaki bayraktan ayırmazdık. Ve bir sabah, dokuzu beş geçe, ben ve arkadaşlarım, o bayrağın yarıya indirildiğini gördük. Gene sessizce, birbirimize sarıldık.
Benim yaşımda olmayanların hiç anlayamayacağı kişisel bir acıydı bu.
Acımız bir yana, bir de sorumluluk duyuyorduk.
Çünkü Mustafa Kemal, bütün gençlere, ama özellikle bizim kuşağımıza emanet etmişti Cumhuriyeti.
Dolmabahçe Sarayında katafalkı ziyaret ederken, Halet ile benim arkamda yürüyen Şefika’nın usul usul ağladığını duyuyordum.
Cenazeyi, aile dostu bir avukatın Karaköy’de caddeye bakan bürosundan seyrettik.
Büro Yüksekkaldırım’ın tam altındaydı.
Top arabası görününce, ansızın, şiddetli bir dolu yağıyormuşcasına, “çıt çıt çıt” sesleri geldi oradan. Meğer, eskiden basamaklı olan Yüksekkaldırım’da toplanan Yahudiler, dinlerinin yas geleneğine uyarak, giysilerinin düğmelerini aynı anda koparmışlar yere atmışlardı.
Düşen düğmelerdi o dolu sesini çıkaran.