Kendi küçük dünyalarımızın sağlam duvarları

Başka denizler, başka şehirler, ölü dalgalar, ölü sirenler… Bir gemiye gidiş kadar, bir gemiden ayrılış da, üzerilerinden geçilmiş denizlerin derinliği altında kalmış düşler kadar yorucu, acıtıcı oluyor kiminde.

Sitem Ateş

Dedim, deniz de bendim, düşleyen de denizi

Ve sabah olur olmaz üstünde derinliğimin

Bir gülümseme gibi bulacağım kendimi.

Edip Cansever (Ölü Sirenler)

Bir şehre varmak her zaman yeni bir heyecana varmıyor zamanla. Bu zaman, bir zaman sonra karadan ayrılırken ki gibi, yerini sabitleyen bir özlemin adı oluyor aynı zamanda. Aradan geçen çeşitli parametrelerle zaman, ya da üzerimizde kalmış izleriyle yaşadıklarımız, bizlerle değişen dünya, nihayetinde eve varan yol, bir zaman sonra yeni denizlerde, yeni yüzlerle renkleniyor.

Bir yük gemisiyle çıktığım ilk uzun seferimin ve orada; denizde ve gemide geçirdiğim ayların sonunda eski alışkanlıklarımın ve aidiyetlerimin dünyasına dönmem, geçen onca zaman bendeki, hayatımdaki ve uzak kaldığım çevremdeki değişimleri görmemde çok önemli bir rol almıştı. Gemideyken, zamanla en büyük yorgunluk sebebi olabilen sürekli düşünme hali ve sürekli yalnızlık duygusu, eve taşıdığım yorgunluğu, evime vardığım ilk gecemde, uykudan uyanmama sebep olan büyük bir sessizlikle dışa vurmuştu. Büyük şehrin gece ne kadar olabilirse o kadar duyulan sessizliğine uyanıp, jeneratörün çöktüğünü zannetmem, panikle uyanıp köprüüstüne koşma çabam, biraz debelenip kendime geldikten sonra bulunduğum yeri idrak edebilmemle başlayan sıkıntı, evde geçireceğim diğer günlerde de başka birçok detayda yüzüme çarpacaktı. Sürekli bir tırnak işaretinin diğer yanında bıraktığım ev olgusu özellikle… En alışılmış ve içgüdüsel duygularla sahiplendiğim ev neresiydi? İlk gecede pusulam şaşmış, hangi enlemde, hangi okyanustaydım, rotamı bulamıyordum…

Geçen aylar boyunca denizde yaşadığım tüm tecrübelerin hayatıma çok şey kazandırdığını düşünmüştüm. Ancak ilk gecemde ve evimde geçirdiğim ilk günde gördüğüm, esasında kaybettiğim büyük bir başka duygu olduğuydu: Aidiyet… Ev ile başlayıp, memleket, milliyet ile devam eden, gündelik alışkanlıklar, tv, telefon, tüketim alışkanlıkları ya da sahip olunan şeyler, eşyayla kurulan ilişki ve bir dizi şeyi, yani aslında kendimizi içinde gördüğümüz ya da kendimiz için olduğunu zannettiğimiz birçok anlam, anlamını ya da eski değerlerini kaybetmişti. Hayatı mutlu kılacak anlamları ne bir parça eşya mümkün kılabiliyordu ne de bir parça toprak, bir avuç deniz…

İnsan değer verdiği şeylerle büyüyor 

Fotoğraf: Sitem Ateş

Biz bunlara ne kadar değer verirsek o kadar anlamlı, ya da ne kadar bizimse o kadar gerçek olmuyorlardı aslında. İnsan, sanırım değer verdiği şeylerle büyüyor ya da küçülüyordu. Sahip olma, ya da ait olma duygusu da büyük ölçüde güvenlik duygusuyla çakışıyordu. Bu yüzden illa bir yurt, bir isim, isminin yanında taşıdığı sıfatıyla bir başka insan, hayatın akışını görece kolaylaştıran detaylar gibiydi. Kendi küçük dünyalarımızın sağlam duvarları… Ama dünya, biz yerimizde dursak da değişen ve biz kımıldamasak da geçip giden zaman, bu gerçekle birlikte kendimi içine koyacağım bir aidiyet duygusu olmadan da, daha insani, daha evrensel bir anlam kazandırabiliyordu hayatıma.

Yıkılmış aidiyetlerin yerine geçen eşikte olma hali…

Artık dünyanın her yerinde, şairin yolun yarısı addettiği zamana yaklaşmış yaşantımda yaşayabileceğim ve bir bu kadar yılı daha gezerek geçirebileceğim duygusu, bana ait ya da ait olduğumu zannettiğim tüm değerleri yerinden etmiş, rahatsız etmiş, öğretilmiş tüm yargılara yeni yollar sunmuştu. Bunu denizde yaşamış, kaybetmiş ya da kazanmış olduğumun idraki, hayatta tüm insanlar arasında bir eşitlik köprüsü kuran ve içindeyken, sahip olduğu o tanrısal güçle sınıfsal tüm farkları kaldırarak tüm insanları eşitleyen denizde yasamış̧ olmam da ayrı bir anlam taşıyor elbette. Aynı teknede, ya da denizde olmayı sağlayan tüm araçlarda, tüm insanlarla paylaştığım ortak dünya, aramızdaki tüm sınırları kaldıran gerçeği denizin, yıkılmış aidiyetlerin yerine geçen eşikte olma hali, şimdilik uzaktan bakıp tekrar dönünceye dek özleyip, sürekli olmayı arzuladığım denize uzaklığımdan noktaladığım mevkisi oldu üzerinde gezdiğim haritaların…

Tekrar bir denize ve bir şekilde dönünceye dek ayrıldığım son gemiden bu yana neredeyse iki yılı geride bırakıyorum. Yaklaşık 10 sene evvel başladığım deniz yolculuğumun ilk günlerinde alışkanlık edindiğim sütlü bir kahveyi, her sabahın 10 çayına programlayan kamarotumuz, bunca yıl her sabah onda içmesem uyanamayacağım bir iz bırakmış hayatıma. Çocukluğumdan beri ne zaman kendim bir sütü kaynatacak olsam, kaçınılmaz olarak kesilmesine denen olurum. Nedenini herhangi bir şekilde idrak edemediğim bu durum, bu sabah yine kendime kahve yapmak için ocak başında beklerken üst üste üç defa tekrar edince anılarımın coğrafyalarında uzun ve zevkli bir gezintiye çıkardı beni. Ellerimin kendinden mayalı olduğunu söylerdi annem. Olasılıkla benim bir şekilde beceriksizliğim sonucu kesilen sütlerin, sabah 10 kahvesiyle çıkardığı yolculukta, geçen günlerde gördüğüm bir rüyanın da payı olmalı. 10 yıl boyunca bir yolcu olarak sürdürdüğüm deniz yolculuklarıma bir ehliyetle başlamış olsam alacağım unvanlar belki bir şekilde, yine bir tırnak işaretinin diğer tarafında kalacak olsa da, rüyalarımın vardiyalarında karaya oturttuğum veya kumanda etme ehliyeti kazandığım gemiler, şimdilerde yeni romanlar, yeni yazılar ve başka sanatsal çalışmalarla merkezimde dururken, bir zamanlar denizi görmüş, ona karışmış, onun olmuş ve onunla olmuş bir denizci olarak, denize çıktığım ilk günlerime götürdü beni.

Anılarımın denizlerinde gezmek için

Kendinden mayalı ellerim dokunduğum sütleri keserken, zamanın mayası bizi daima yeni hikayelere hazırlıyor: anladığımız, anlattığımız ve yaşadığımız… Bu sayfalarda, El İncesi adlı köşemde olabildiğince sık yazma sözü vermeme rağmen, yaramaz birer çocuk gibi her iki tarafımdan eteklerime yapışmış, durmadan çekiştiren ve tüm ilgimi üzerlerine çekmeye çalışan iki farklı roman, şimdilik sadece olabildiğince sık yazma sözümü yinelememe müsaade ediyor. Bu mecrada deniz kültürü, sanat ve edebiyatı konusunda naçizane bir şeyler kaleme almayı planlamıştık. Romanlar, şiirler, filmler vb. yazmaya niyet ettiğim başka çok şey olmasına rağmen, bugün sadece içten bir paylaşıma taşıdı kalemimi anılarım.

Çünkü biliyorum, yedi denizin henüz tamamını görmedim, tüm rüzgarları tatmadım, ayak basmadığım kıtalar, görmediğim başka kültürler, tanıyacağım yeni yüzler, hepsinin sahip olduğu soru işaretlerinin çengelleri takılıp kalmış hayatıma. Nerede, ne zaman, nasıl çıkacak o çengeller bilmiyorum. Ama uzak yollar ve uzak denizler, düşlerimin olmaktan çıkıp gerçeğim olacak ve hayallerimi ve gerçeklerimi değiştirecek karakterleriyle tüm denizler, başka yüzlerde, başka sayfalarda, başka duygularda beni çağırıyor. Bir denizci, yalnızca bir denizin dalgası, rüzgarı ya da tuzuyla yetinmiyor. Sürekli onu çağıran denizlerin rüzgarına açıktır yelkenleri, her zaman. Yolda oldukça da biliyorum ki, bir yerlerde daha karşılaşıp, çarpışacak hayallerimiz, gerçeklerimiz… Şimdi demir almak zamanı, bir cümle denizinin kıyısında sözü bitirirken, sözün söylenişiyle değişmez aidiyetini yelkenime asıyor, bugün biraz daha anılarımın denizlerinde gezmek için köprüüstüne (çalışma odama) dönüyorum…

Sitem Ateş

Kaynak: denizkartali.com

Kendi küçük dünyalarımızın sağlam duvarları