Hiç kimse ‘Şehitleri’ Halit Çapın kadar etkili anlatamamıştır.. Okurken göz yaşlarınızı tutamayacaksınız

Halit Çapın

“Dün gece kitaplığımda büyük usta Halit Çapın’ın kitabı “Bay Alkolsüz Zamanlar” elime geçti. Çıkar çıkmaz 1984’de almıştım. Dün gece bir çırpıda yeniden okudum. Büyük ustayı bir kez daha rahmetle andım… Ardından bir yazısını daha okudum internette…
“Şehitler” diyoruz ya! O kelimeyi kimse Halit Çapın kadar etkili anlatamamıştır sanırım…
Gözyaşlarıma engel olamadım ve böyle bir ustanın yanında çalışmış olduğuma bir kez daha şükrettim.
Ruhun şad olsun büyük usta…” İbrahim Köktener

Büyük usta Halit Çapın’ın kaleminden Şehitler..

ŞEHİTLER
Oralarda: yine her gün, her gece ölmektesiniz değil mi oğlum, oğullarım? Biz İstanbul’da kendi havalarımızdayız… Büyük çoğunluğumuz umursamazız, bir başka büyük çoğunluğumuz kendi dertleriyle haşır neşir…
Siz ölmüşsünüz kime ne?
Buralarda bir oturuşta develeri, filleri, milyarları, trilyonları yutan pezevenklerde keyifler tayyib…
İstanbul canibinde, sizler eğer büyük bir katliama kurban gitmezseniz; yani otuzunuz, kırkınız, elliniz birden ölmezseniz, hiç kıymeti harbiyeniz yok…
Gazetelerde tek sütun haber bile olamazsınız..
Tansu Hanım’ın fularları kadar bile bahse değildir göçüşleriniz.
Sizler sadece “Kanları yerde kalmayacak, intikamları alınacak” masallarının kahramanlarısınız bu benim şehrimde; İstanbul’da.
“Allah verdi, Allah aldı. Vatan millet sağolsun, mekânınız cennettir” palavralarının yiğitlerisiniz sizler…
Er, çavuş, teğmen, yüzbaşısınız… Öğretmensiniz… Küçümencik bebelersiniz… Polisler, hemşirelersiniz…
Ölmektesiniz…
Biz bu İstanbul’da iyiyiz… Siz ölmektesiniz, biz düzelmekteyiz..
Nutuk söyleyenlerden değil, vatan için ölenlerdensiniz di mi?
Siz orada kırılırken, burada Fedon nam meyhanede tabak kırıyor insanlar…
Ve onlar bizim insanlarımız…
Ama o kaosta yakınları, hele oğulları, oğulcukları olmayanlar.
Sahi uğradı mı oraya, Maykıl’lar, Madonna’lar…
Burada yaşıtlarınız onlarla yatıp, onlarla kalkıyorlar…
Siz yavaş yavaş bastırmaya başlayan soğukla, kurşunla…
Yırtınıyorlar, üstlerini başlarını parçalıyorlar, Maykıl ile Madonna elleriyle oralarını buralarını kurcalarken… Ağlıyorlar hüngür hüngür… Siz ölürken ağlıyor musunuz?
Siz oralarda dövüşürken vatan için, buralarda yiyen yiyene…
Vatan, millet tamam da, bazı soyguncu pezevenkler için akıttığınız kanları helal etmeyin ne olur…
Dosyalar açılıyor son günlerde… Yolsuzluk dosyaları… Cart kaba kâğıttan beyaz sayfalar hakeza…
Neden açılmıyor bazı şeyler?
Kimilerinin çocukları nerelerde yapıyorlar askerliklerini? Ya da yapıyorlar mı?
Nereden mi geldi aklıma, abur cubur şeylerden bahsetmek varken böyle bir konuya girmek…
Analar ve babalar, sadece açlıktan, yokluktan ağlamıyorlar şimdi…
En kıymetlilerinin, oğullarının, oğulcuklarının ölümleridir gündemde olan…
Onlar kuru ekmeklerini gözyaşlarına banıp yiyorlar. Ama kim kime, dum duma…
Vatan için, bu toprak için dövüşmek…
Sonuna kadar dövüşmek, görevlerin en büyüğü…
Oysa neden sadece bazıları?
En büyük gazetelerde bile yarım sütun bir haberdi geçen gün okuduğum:
“Bingöl’ün Solhan İlçesi’ne bağlı Asmakaya Köyü Jandarma Karakolu’nu akşam saat 19:00 sıralarında basan teröristler bir teğmenle, iki eri şehit etti…”
İsimleri filan hiç yok onların… Öyle, hepsi hepsi, yarım sütun bir habercik…
Kalktım kitaplığımı altüst ettim.
Erich Maria Remarque’nin “Garp Cephesinde Yeni Bir Şey Yok” isimli destansı kitabını arıyordum. Buldum.
Kitap şöyle başlıyor:
“Cepheden dokuz kilometre gerideyiz. Bizi dün değiştirdiler. Şimdi karnımız kurufasulye, sığır eti dolu. Tok ve memnunuz. Hepimizin aş kapılarında akşam yemeği de hazırdı. Üstelik çift porsiyon sucuğumuz, ekmeğimiz de var. Kekâ…”
Ve kitap şöyle bite:
“Ekim ayında vurulup öldü. Vurulduğu gün bütün cephe sessiz sakindi gayet… Öyle ki, resmi yazışmalar, batı cephesinde kayda değer bir olay olmadığı cümlesiyle yetindiler…
Yüzü koyun düşmüştü…
Toprakta uyur gibi yatıyordu.
Tersine çevirdikleri vakit, fazla acı çekmeden ölmüş olduğunu gördüler…
Yüzünde öyle sakin bir ifade vardı ki, kaderine memnundu âdeta”
Ehh işte bazı pezevenkler yaşıyor: Çalkalayaraktan, kıvıraraktan.
Bazı yiğitler yitip gidiyor: Sessiz, sedasız…
Kim kime, dum duma!..

Halit Çapın – 13 Ekim 1993

Kaynak Kişi: İbrahim Köktener – Gazeteci